İletişimin kimyası; kabul

Bazen bir söylem duyarız da tam itiraz etmeye, belki tekfir etmeye hazırlanırken, bu söylemi bir Allah dostunun veya toplumda kabul görmüş bir otoritenin söylediğini duyu veririz ve aniden frenleriz kendimizi. Hatta ağzımızdan bir kaç eleştirel söz çıktı ise, mazeretler, yorumlar sıralayarak geri dönmeye çalışırız girdiğimiz çıkmaz sokaktan. Bize bu hareketi yaptıran şey KABUL’dür. Kabul ettiğimiz

PANORAMA - NEWS 12 Ağustos 2019 BLOG

Bazen bir söylem duyarız da tam itiraz etmeye, belki tekfir etmeye hazırlanırken, bu söylemi bir Allah dostunun veya toplumda kabul görmüş bir otoritenin söylediğini duyu veririz ve aniden frenleriz kendimizi. Hatta ağzımızdan bir kaç eleştirel söz çıktı ise, mazeretler, yorumlar sıralayarak geri dönmeye çalışırız girdiğimiz çıkmaz sokaktan. Bize bu hareketi yaptıran şey KABUL’dür.

Kabul ettiğimiz kişilerin her sözü, her hareketi güzeldir, hikmetlidir, anlamasak dahi vardır bir hikmeti. Kabul etmediğimiz kişiler ise ağzıyla kuş tutsa bir anlam ifade etmez bizim için. İnsanoğlu kolay kolay kabul etmez diğerini.

Özellikle çalışmadı ise nefsine, farkında olamadı ise enesine..
Enenin insana Allah’ı bilmek için bir referans olarak verildiği belirtilir. Ben demesek sen anlamsız olurdu, bir şey ifade etmezdi. Ben diyerek ihtiyaçlarımızı karşılama konusunda acziyetimizle yüzleşmemiz, ben dediğimizde girdiğimiz varlık savaşının farkındalığı, anlamsızlığı, vahşeti Allah’a teslim olmaya bir kapı açabilir bize.

Normalde insanoğlu ben ve diğerleri deme konumundadır. O benlik çıkarsa aradan tüm insanlar eşittir, iyidir, güzeldir, dosttur. Benliğin tamamen sıfırlanması mümkün değildir, insanoğlunun imtihanıdır bu. Allah’ın rızası farkındalık ve varlık savaşına girmeme üzerinedir.

Muhataplarımızı konumlarında, inanarak, ayrı bir ajandamız olmadan, samimane kabul ettiğimizde kaliteli bir iletişim gerçekleştirme şansımız vardır. Er ya da geç bu, insanların onlara verdiğimiz güven hissi ile, biz onları yönlendirmek istemesek de -ki istememeliyiz,- bizden habersiz, sormadan bir şey yapamaz hale gelmeleri, bizim değerlerimize saygı duymaları mümkün.
Diyelim ki bir organizasyon kurduk ki her halükarda kurarız. İnsanları kabul ederek kurduğumuz organizasyonlarda görevler bilinir, yapılacaklar kendiliğinden yapılır. Herkes birbirine saygılıdır, kendisini gerçeklemek üzere özgürdür ve böylece mutlu olabilirler.

Aksi kırk kollu ahtapot gibi her işe koşarken buluruz kendimizi. Bu organizasyon bir iş yeri ise, akıllı, iş bitirici, genç, başka iş bulma şansı olan çalışanlarımızı en kısa sürede kaybedebiliriz. Kalanlar ise, söyle yapalım moduna girebilirler. Çok çalışırız, gece gündüz telefonlarımız susmayabilir, ancak çözdüğümüz problemlerin belki 1000 katı görmezden geliniyor olabilir.

Kabul etmek onaylamak değildir. Aksine muhataplarımızı, muhatplarımızın kapasite, kabiliyet ve tercihleri ile değerlendirmektir. Kabul etmek, kabul etmenin iletişim, iletişimi yönetme, hayatı yönetme, etkileşim kapısının anahtarı olduğunu bilmektir.

Muhataplarımızı bir bilir kabul ederiz, bir de zaaflarımız nedeniyle kabul ederiz.

Kabul ederiz, çünkü :

En azından bazı şeyleri bizim gibi düşünüyordur.
Bizi iyi hissettiriyordur.
Düşmanımızın düşmanıdır.
Menfaatimiz vardır.
Korkumuz vardır.
Bir defa güvenmişizdir, aldandığımızı kabul edemiyoruzdur.
Dostumuzun dostudur.
Cemaatimiz, grubumuzdur.
Tabularımızdır.
Sesi çok çıkmaktadır.
Makam mevki sahibidir, toplumda kabul görmüştür.
Parası vardır, gücü vardır, etkindir.

Zaaflarımız nedeniyle yapmış olduğumuz kabuller kesinlikle zararlıdır. Aldanabiliriz, maddi kayıplarımız olabilir, manen duygularımız karşılık bulmayabilir. Sadece bize söylediği güzel bir kaç söz karşılığında aslında hiç de tasvip edemeyeceğimiz bir hareketi savunurken bulabiliriz kendimizi. Belki en büyük zararı da kendimiz olamama ihtimalidir. Net bir çizgimiz olmayabilir, bir yaptığımız diğerini tutmayabilir. Neden zarar gördüğümüzü anlayamayabiliriz bile.

Ne geldi ise başıma iyilik yaptığımdan geldi deriz de aslında ne gelir ise başımıza zaaflarımızdandır.

Sedat İlhan