İbret yüklü rüyalar

Mehmet Akif her sabah namaz için Sultan Ahmed Camii'ne gelir. Her gelişinde de yaşlı bir adamın camiye kendisinden önce gelmiş olduğunu görür.

PANORAMA - NEWS 09 Temmuz 2023 BLOG

Ne kadar erken gelse bu durum değişmez. Yaşlı adam mutlaka camiye ondan önce gelmiş bulunur. Ancak bu yaşlı pîr-i fâni ve bu nur yüzlü adam hiç durmadan ağlamakta ve gözyaşı dökmektedir. Bundan sonrasını Mehmed Akif şöyle anlatıyor: Bu yaşlı insanın yanına bir gün sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini anlattım. Ama o yine ağlamasına devam etti. Bana, ‘derdimi tazeleme, git’ dedi. Ben yine ısrar ettim. Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı:

‘Ben, dedi, II. Abdülhamid zamanında binbaşıydım. Ailem çok zengindi. Ve ben bir subaydım, kışladan ayrılmıyordum. Ancak bir gün anne ve babamın ardarda vefat haberlerini aldım. Ailede benden başka da işlerimizi evirip çevirecek kimse yoktu. Çiftlikler, dükkanlar, mağazalar ortada kalmıştı. Hemen Sadârete bir dilekçe ile müracaat edip istifa etmek istediğimi bildirdim. Sadâretten gelen cevap menfiydi. İstifam kabul olunmamıştı. Ben ikinci ve ardından üçüncü bir müracaatta daha bulundum. Ama her defasında aynı cevapla karşılaştım. Bunun üzerine Hünkar’a müracaata karar verdim. Bu kararımı sadârete bildirdim. İsteğim kabul edildi ve mâbeyne alındım. Durumumu Hünkara vicahi olarak anlattım. Elimden geldiğince mazeretimin meşruluğunu ispata çalıştım. Hünkar istifa talebimden hoşlanmamıştı. Yüz ifadesinden bunu anlamak hiç de zor değildi. İsteksiz bir halde elinin tersiyle işaret etti: ‘Git, seni istifa ettirdik’ dedi.

Ben sevinerek huzurdan ayrıldım, eve döndüm. O gece bir rüya gördüm. Rüyamda Osmanlı ordusu tabur tabur bölük bölük geliyor ve Efendimiz’e teftiş veriyordu. (Bu ordu idi ki kısa bir müddet sonra bütün cihana karşı kavga verecekti. Ve bu ordunun teftişini bizzat Efendimiz yapıyordu) Yanında Dört Büyük Halife olduğu halde Efendimiz önünden geçen bölük ve taburları teftiş ederken, O’ndan bir adım geride edep ve terbiye içinde, boynu bükük halde Abdülhamid de bulunuyordu. Derken benim tabur geçmeye başladı. Ancak tabur dağınıktı. Başlarında kumandanları yoktu. Efendimiz bunu görünce Abdülhamid Cennetmekan’a: ‘Bu birliğin kumandanı nerede?’ diye sordu. O da ‘Talebi üzerine istifa ettirdik’ cevabını verdi. İşte o esnada Efendimiz, beni bütün bir ömür boyu ağlatan şu sözü söyledi: ‘Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik.’ Söyle, bunu duyduktan sonra ben ağlamayayım da kim ağlasın?’

Ve Mehmed Akif diyor: Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti. Derdi çok büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım. Zaten başka yapabileceğim bir şey de yoktu. Zira bu pîr-i fâni, tesellisini yine Efendimiz’den bekliyordu. Kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki inlemesi dinmeyecekti.

 Nureddin Zengi’nin Rüyası

Berzah alemi, renk ve televvünleriyle şehadet âlemine çok benzemektedir. Bu itibarla, manaya perdesiz, hailsiz açılabilen ve berzaha muttali olanlar, Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanlarının şuuruna daha çabuk varırlar. Varır ve anlarlar ki, her şey maddeden ibaret değildir. Belki insan, maddenin bitip tükendiği yerde, madde ötesi bir âlemle münasebete geçmektedir. Böyle bir münasebet sayesindedir ki bazı kimseler, ileride olacak şeyleri ve uzak bir istikbalde vuku bulacak hadiseleri rüya ve hiss-i kable’l-vuku ile çok önceden görüp müşahade edebilmektedirler.

Nebî, nübüvvet kürsüsünde, veli velilik ufkunda ve daha başkaları kendi müşahede buudunda bunu anlatmakta ve bize madde ötesi âlemden mesajlar sunmaktadırlar.

Haçlılar karşısında amansız bir mücadele veren Şam Atabeyi Nureddin Zengi, şahsen benim gönlümde muallâ yeri olan büyük bir mücahiddir. İşte bu büyük mücahid bir gün rüyasında Kâinatın Fahrı’nı (as) görür. Efendiler Efendisi, ona çirkin yüzlü üç insanı gösterir ve ‘Nureddin, beni şu habislerden kurtar’ buyurur.

Efendimiz, esasen şahsına, İslâm’a ve Allah’a karşı tecavüz ve ihanette bulunan her kim olursa olsun elinin tersiyle onları tersyüz eder, kaldırıp atar. Fakat alem-i berzahın da kendine göre kanun ve kuralları vardır. En büyük ruhlara dahi bu mevzuda sonsuz tasarruf selahiyeti verilmemiştir. Hatta bazen vurulan manevî kelepçelerle onların kollarının bağlandığı da olur. Nitekim başımıza gelen bela ve musibetler karşısında evliya ve asfıyanın rûhânîyatlarına az gönül koyan bir büyük ruh, onlara ‘Niçin bize yardım etmiyor, medetresan olmuyorsunuz?’ diye sitem edince onlardan biri hemen sırtını döner ve ellerine vurulmuş kelepçeyi gösterir. ‘Zannediyor musun der, ‘Biz istediğimiz gibi hareket ediyoruz ve sorumsuzca tasarrufta bulunabiliyoruz. Görüyorsun ki kollarımız bağlı ve hiçbir şey yapamıyoruz’ Evet en büyük ruhlar dahi ancak Cenab-ı Hakk’ın verdiği selahiyet nisbetinde tasarrufta bulunabilirler. Bu meselenin birinci yönü.

İkincisine gelince, Cenab-ı Hakk, bu vesile ile Nureddin Zengi’ye şeref kazandıracaktır. Onun için de Efendimiz O’na rüya âleminde, görünecek ve kendisine muhafızlık vazifesi tevdi edecektir.

Bunu duyan Nureddin Zengi, hiç durur mu? Yatağından fırlar ve yola revan olur. Maiyyetiyle beraber Şam’dan Medine’ye tam 16 günde varır. Medine’ye varır varmaz da hemen ilan eder: Yanına gelen herkese bahşiş verecektir. Bütün Medine halkı önünden geçer. Fakat Allah Rasûlü’nün işaret ettiği, siret ve suretleri o menhûs adamları gelip geçenler arasında göremez. Başka kimsenin kalıp kalmadığını sorar. Ravza-i Tâhire’nin hemen karşısındaki küçük kulübede oturmakta olan üç tane mağriplinin gelmediği anlaşılır. Derhal adamlarını gönderir ve bu şakîleri huzuruna celbeder. Bakar ki, rüyasında gördüğü aynı şahıslar… Hemen küçük kulübeyi teftiş eder. Artık iş anlaşılmıştır. Bu üç şakî Allah Rasûlü’nün mübarek naşını çalmak ve O’nu Hıristiyan diyarına kaçırmak için vazifelendirilmiş üç âdi casustur ki, kulübeden Ravza-i Tahire’ye doğru bir tünel kazmakla meşguldürler. Suçlarını itiraf ederler. Nureddin bu alçaklara ‘layık oldukları cezayı verir ve sorumluluğunu yerine getirir. Daha sonra da Ravza-i Tahire’nin dört tarafına derin hendekler açtırıp erimiş kalay ile doldurur. Böylece, Nureddin’in gördüğü rüya, bütün bir İslâm âlemi için, peygamberlerinin naşını kaybetmek gibi, önemli bir hadiseden kurtarmış olur.

 Tabiri Çıkmış Bir Rüya

Tabiri çıkmış bir rüyayı da asrın büyük Çilekeş’inden nakledelim. Şöyle diyor:

‘Eski Harb-i Umumiden evvel ve evailinde bir vaka-i sâdıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infılak etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: ‘Ana korkma!’ Cenab-ı Hakk’ın emridir; O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.’ Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zat, bana âmirane diyor ki: ‘İ’caz-ı Kur’an’ı beyan et.’ Uyandım, anladım ki bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’an’a hücum edilecek; İ’cazı, O’nun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.’

Rüyalar bütünüyle objektif sayılmayabilir. Ancak rüya gören şahsa göre onun ifade ettiği mananın değişmesi herkesçe kabul edilen bir husustur. Bediüzzaman gibi İslam aleminin mukadderatıyla yakından alakalı ve adeta onunla bütünleşmiş bir insanın gördüğü rüya, bir başkası tarafından da aynen görülse elbette aynı manayı ifade etmeyecektir.

Ancak burada objektif olan bir yön vardır. O da, herkesin rüya vasıtasıyla, misal alemiyle irtibat kurması gerçeğidir. Evet herkes bir cihetle misal alemiyle irtibat kurar, bu sayede berzah alemine girer ve her şeyin şu şehadet alemindeki ecsamdan, eşbahtan ibaret olmadığına muttali olur. O alemde de bir kısım acılar duyulmakta ve bir kısım lezzetler tadılmaktadır. Gönül yüce alemlere iştiyak içindedir. İnsan ruhu ve insan kalbi, süfli şeylere karşı, fıtratı icabı tiksinti duymaktadır. Bunu da insan, berzâhî tablolarda daha iyi anlamaktadır.

Bazı rüyalar beşarettir ve bu yolla bir kısım gaybî gerçeklere muttali olunabilir. Yeter ki bu rüyalar, naslara, muhkemata zıd ve muhalif olmasınlar. Evet, dinî kriterlere ters düşmeyen rüyalar, başkasını bağlayıcı olmasa bile gören şahıs için yol gösterici birer rehber sayılabilirler.

* * *

Editör: EKREM ERDEM