Hz. Hamza için ağlamak

Uzun süre öyle oldu. Efendimiz’in bu mevzudaki hassasiyetini öyle tevil ve tefsir ettiler. Hz. Hamza’nın Hâşimoğulları içinde durumu mertçe ve erkekçeydi. O bir şimşek gibi çakmış ve gitmişti. Ardından neslini devam ettirecek kimseleri de bırakmamıştı. Nasıl kendine has bir hayat yaşadı, gidişi de yine kendine has oldu ve geriye kimseyi bırakmadan gitti. Fakat buna karşılık

EKREM ERDEM 10 Haziran 2022 BLOG

Uzun süre öyle oldu. Efendimiz’in bu mevzudaki hassasiyetini öyle tevil ve tefsir ettiler.

Hz. Hamza’nın Hâşimoğulları içinde durumu mertçe ve erkekçeydi. O bir şimşek gibi çakmış ve gitmişti. Ardından neslini devam ettirecek kimseleri de bırakmamıştı. Nasıl kendine has bir hayat yaşadı, gidişi de yine kendine has oldu ve geriye kimseyi bırakmadan gitti. Fakat buna karşılık O, hepimizin gönlünde öyle bir yer tutmuştur ki, kabul buyursaydı, evlâdı değil kapısının kıtmîri olur, yüzümüzü ayaklarına sürerdik.

Onun İslâm’a girişi, aynı zamanda Müslümanların ikbal döneminin başlangıcıydı. İki Cihan Serveri onu hem çok sever hem de onunla iftihar ederdi. O kadar ki bir defasında Hz. Hamza -içki yasak edilmediği günlerden birinde- içmiş ve sarhoş olmuştu. İşlediği bir hatadan dolayı belki onu itap etmek üzere gelen Allah Resûlü, onu bu hâlde görmüş ve sarhoşluğun tesiriyle söylediği bazı hezeyanları da duymuştu. Fakat ona, hiçbir itapta bulunmadan dönüp gerisin geriye gitmişti. Allah Resûlü belki de, kayar gider diye endişe ediyordu. Belki de ileride yapacağı büyük işleri biliyor, onu bu istikbaliyle alkışlıyordu…

Hz. Hamza Uhud gibi sarp bir yokuşa çarpınca, orada kendisine yakışır şekilde şehit oldu. Hiçbir şehide, hiçbir gaziye o kadar yiğitlik nasip olmamıştır.

Tarihçilerin bize verdiği bilgiye göre, o gün tam otuz üç kişiyi öldürmüş, sonra şehit olmuştu. Düşünün ölen müşriklerin yarıya yakınını o haklıyor, sonra da vücudu paramparça hâle getiriliyordu. Kız kardeşi Safiyye, onun mübarek nâşının üzerine abanıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kim bilir belki bir taraftan da vücudundan kopan parçaları toplamaya çalışıyordu. Evet, bir taraftan Hz. Hamza’nın hâli, diğer taraftan Allah Resûlü’nün halası Zübeyr’in anası olan Safiyye’nin hâli İki Cihan Serveri’ne çok dokunuyor ve O’nu rikkate getiriyordu.

Müslümanlardan yaralanmayan kalmamıştı. Altmış dokuz kadar da şehit verilmişti. Medine’ye dönüşte herkes kendi yakını için gözyaşı döküyordu. Ölenler için ağlanıyor, yaralananlar için ağlanıyor ve yaralanıp da evinde ölenler için feryatlar yükseliyordu. O hengâmede unutulan birisi vardı ki, ona gözyaşı döken yoktu. Şehitlerin Efendisiydi ama, onun için kimse ağlamıyordu. İşte bu manzara Allah Resûlü’nü tekrar rikkate getirdi. Dudaklarından dökülen sözler âdeta kırık bir kalbin iniltileri gibiydi: “Fakat Hamza’nın ağlayanı yok.” buyurdu. Sa’d b. Ubâde bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Koşarak ensar kadınlarını bir araya topladı. Hepsini Hamza’nın kapısı önüne götürdü. Onlara, “Evvelâ Hamza’ya ağlayın sonra kendi ölülerinize.” dedi. Daha sonra da, bu bir âdet hâline geldi. Gerçi bu âdet günümüze kadar devam etmedi, belli bir devreden sonra kesildi. Ne var ki, kıyamete kadar bütün Müslümanlar, kendi cenazelerinden evvel Hamza’ya ağlasalardı, o bile Allah’ın Aslanına az gelirdi…

Ayrıca bizlerdeki Hz. Hamza sevgisi bizzat onun şahsından kaynaklanmıyor. Allah Resûlü onu seviyordu, biz de seviyoruz. Cenâb-ı Hak onu seviyordu ve gökte onun adı “Esedullâh-Allah’ın Aslanı” olarak yazılıyordu, biz de bundan dolayı onu seviyoruz.

Bir de onun Allah Resûlü’ne olan kurbiyetinden dolayı taşıdığı bir mânâ vardır ki, o bizim görüş ufkumuzun dışındadır. Nazarlarımız oraya ulaşamıyor. Hz. Cafer için de Allah Resûlü başka türlü davranmıştı. “Şekliyle, ahlâkıyla bana benziyor.”[1] dediği bu şerefli sahabi şehit olunca, gitmiş bütün çocuklarını teker teker kucaklamış ve onları gözyaşlarıyla yıkamıştı. Onda da Allah Resûlü’ne yakınlıktan dolayı bir mânâ vardı ki onu da biz yine anlayamıyoruz.

Belki Aleyhissalâtü vesselâm’ın bu mevzuda gösterdiği hassasiyet, Cenâb-ı Hakk’ın bakışına göre bir vaziyet almanın ifadesiydi. Görüyorsunuz, Uhud’da şehit olan bunca sahabi vardır. Vardır ama, çok ehl-i keşfin müşâhedesiyle kim darda kalsa ve “Hamza!” dese, atıyla, kılıcıyla Hz. Hamza orada beliriverir. Bu ona ait bir hususiyettir.

Daha sonraları bir o kadar ağır şartlar altında mücadele veren insanlar, yiğitler olabilir ve bunlar kurşunlar altında, delik deşik olmuş vaziyette can da verebilirler. Fakat işin başında ve kuruluş devresinde, çok ağır şartlar altında ve Allah Resûlü’nün aydınlık atmosferi içinde mücadele veren o insanlarla kimse kıyas edilemez. Onlar arasında ise Hz. Hamza’nın, hususî bir yeri vardır. Bu arada, bunu cibillî karabetten dolayı duyulan bir alâka şeklinde tevil etmek isteyenler de çıkabilir ama, önemsenmeyecek kadar zayıftır.

* * *

Editör: EKREM ERDEM