Hişt hişt

Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte. Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan: – Hişt, dedi. Dönüp geriye baktığımda arkamda

SEDAT İLHAN 07 Ekim 2019 BLOG

Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir.

Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.

Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:
– Hişt, dedi.
Dönüp geriye baktığımda arkamda bir ihtiyarın durduğunu gördüm. Bilgelik dolu, bir genç kadar sağlıklı, dinç idi. Nereden çıkıvermişti, yakınıma gelene kadar nasıl da hissetmemiştim onu, bilemedim. Çok daldım demek ki dedim, ağaçlar çiçekler, renkler derken ihtiyarı duymamış olabilirim.
– Bu yol nereye gider ? diye sordu ihtiyar.
– Ben bildim bileli bu yol buradadır, bir yere gitmez. Ama sen üzerinde yürürsen, hiç durmadan yürürsen, yeteri kadar, yine buraya gelirsin, diyesim geldi. Ama vazgeçtim, yüzüne baktım, sanki içimi okur gibi idi, vereceğim cevabı bilir gibi.
– Nereye gitmek istersen oraya gider, amca dedim. Sen nereye gitmek istersin? diye sordum.
– Geziyorum, dedi ihtiyar. Kendimi arıyorum, dedi.
Aslında bu cevaba şaşırmam gerektiğini düşündüm ama neden normal karşılamıştım ki. İhtiyarın vereceği güzel bir cevabı olduğuna emindim belki de, biraz farklı şeyler konuşmak istemiş de olabilirim tabii ki.
– Ben seni buralarda ilk kez görüyorum, insan kaybettiği yerde aramalı kendisini, neden burada ararsın, dedim.

İlginç bir ilgi vardı içimde ihtiyara karşı, onu dinlemek istiyordum, iç dünyasında dolaşmak, her noktasına dokunmak istiyordum. Hem onunla konuşmak için konu açmalıyım diye düşündüm hem de ihtiyarın ilgisiz bir soruyu kestirip atarak uzaklaşıp gitmesinden korktum. Yüzüne baktım, gözlerinden içeri girmek istedim belki de. Sakindi, sanki o da konuşmak ister gibi idi.

– İnsan, dedi. İnsan malını kaybettiği yerde arar da, kendisini başka yerde aramalı. Ve devam etti…
– İnsan, dedi yine, insan neyi yapabileceğini, neyi ne kadar istediğini keşfetmeli.
– Ben biliyorum, dedim. Mesela şu anda bir milyon banknot param olsun isterdim. Yapabileceğim her şeyi yapardım, mutlu olurdum, alırdım, satardım, dost olur, dost bulur, dostlarla birlikte güzelce yaşardım hayatımı. İhtiyar güldü ama alaya alan bir gülüş değildi bu. Onun bu sıcacık gülüşünde erimiştim, huzur duyuyordum, güvende hissediyordum kendimi.

İhtiyar elini uzattığında fark ettim çantasını, büyükçe bir çanta idi, ağırdı ama ihtiyara göre değil, sanki bomboşmuş gibi taşıyordu ihtiyar onu.
Tam bir milyon banknot çıkardı çantasından ve önüme koydu.
– Al, dedi. Al ve istediklerini yap, dost ol, dost bul, dostlarla hayatını yaşa.
– Ama, dedim. Ama bu para otları mora, denizi kızıla boyamaya yetmez ki.
İhtiyar yine gülüyordu, gülüşünce bilgelik vardı, sevgi vardı.
– Sizinle gelsem, dedim. İzin verin sizinle geleyim. Hem size yardım ederim, hem de sizden öğrenirim. Ben kimim, deniz gerçekten kızıl olmalı mı ?
– Yok, dedi ihtiyar. Olmaz, olamaz. Birlikte yürüyebiliriz ama yollar farklıdır. Sen kızıla boyamak istersin denizi, ben ise masmavi denizle bir olup dalga dalga akmak isterim.
Bir an sarıldım ihtiyara, ama kafamda deli bir soru, sanki bir balon gibi şişirdi kafamı…
Denizler kızıl olmalı mı ?