Soru: Yusuf Sûresi’ndeki “Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledebilirdi.” (Yusuf sûresi, 12/24) âyetinde geçen “bürhan” nedir? O olay esnasında Yakub’un (aleyhisselâm) temessül ettiği doğru mudur?
Evvela şunu kabul etmek gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim, iffet âbidesi Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm), Nâzır’ın hanımı tarafından odaya kapatılıp kapının arkadan kilitlenmesini anlatmaya geçmeden önce, onun karakterini, metanetini ve iffetini anlatır ve bu husus üzerinde güvenini ortaya koyar. Öncelikle Yusuf (aleyhisselâm), evinde bulunduğu kadın tarafından “mürâvede”ye uğramıştır. Yani ona ilk saldırı ve tecavüz bizzat kadın tarafından ve onun kendi evinde meydana gelmiştir. Zira Hazreti Yusuf, o evde o gün için âdeta bir hizmetçi olarak çalışıyordu. İşte bu ifadelerle aslında Hazreti Yusuf’un iffeti anlatılmaktadır. Bunlardan sonra وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ وَهَمَّ بِهَا “Zeliha, Hazreti Yusuf Aleyhisselâm’a karşı gayret sarf etti, (beşerî arzuları hesabına bir hamle yaptı, üzerine atıldı). Yusuf Aleyhisselâm da ona karşı hamle yaptı.” (Yusuf sûresi, 12/24) denmektedir. Akla gelebilir ki, acaba yapılan bu hamlelerin her ikisi de aynı cinsten miydi? el-İbrîz adlı kitabında müşâhedeleriyle Kur’ân’a ait pek çok hakikati anlatan Abdülaziz ed-Debbâğ Hazretleri bu konuda mürşidine; Yusuf Aleyhisselâm’ın, Nâzır’ın hanımına karşı bir gayret göstermesi ve hamle yapmasının ne mânâya geldiğini sorar. Mürşidin de, efendisinin, kendi hanımı olmasına rağmen, böyle bir su-i edep ve terbiyesizliği karşısında ona mukabele edip dövmeye gayret ettiği şeklindeki ifadelerini söylediğini nakleder.[1] Aslında burada, Hazreti Yusuf Aleyhisselâm’a yakışan keyfiyetin bu olduğunu söylemek en doğru olandır. Ancak tabiatı gereği insanın hususi bir fıtrat da vardır. Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) bir nebidir ve nebi, beynindeki bütün fakülteleri çalışan insan demektir. Bir nebide nöron sistemi, bizden herhangi birinin on katı daha fazla gelişmiştir. Binaenaleyh nebide karşı cinse yönelik duygular da on kat fazladır. Hatta insanın Allah (celle celâluhu) indindeki makbuliyeti ve O’na ait esrarı sezişi de o nispettedir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak bu insanlara bir taraftan böyle bir inkişaf lütfetmiş, bir taraftan da Hazreti Yusuf’a (aleyhisselâm) verdiği gibi fevkalâde bir irade lütfunda bulunmuştur. Evet, Allah bu müstesna insanlara, nefislerine karşı fevkalâde bir hâkimiyet gücü vermiş, bunlar da bu gücü daima kendilerinde duymuş ve pozitif olarak değerlendirmişlerdir. İşte Zeliha’nın bütün cazibedâr güzelliği ve fettanlığı karşısında Hazreti Yusuf’un gördüğü şey, Rabbisinin bu bürhanıdır. Ve bu bürhan da Cenab-ı Hakk’ın, Kendi iradesinden O’na verdiği, çelikten sapasağlam bir iradedir. İşte Hazreti Yusuf da (aleyhisselâm) o olay esnasında Rabbisinin lütfettiği bu hususiyeti görmüştür.
Mevzu ile alâkalı olarak nakledilen haberler arasında, Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm) elini dudağına koyup da “Yusuf!” dediği anlatılmaktadır[2] ki, Allahu a’lem bu haber İsrailiyattandır. Mevsuk kaynaklarımızda buna dair ciddi bir habere de rastlamadım. Ama şu kadarını söylebiliriz ki, Hazreti Yusuf, kuyuya atılmadan önce de âdeta bir nebi gibi bu yüce pâyeye hazırlanmıştı. Yusuf Aleyhisselâm kuyuda Hakk’ın teminat esrarını görmüş, hapishaneye girerken onu duymuş ve daha sonraki hayatında da hep o esrar ile hemhâl olmuştu. Hatta Yusuf Aleyhisselâm, Zeliha’nın evinde de daima o esrar ile gözlerini açıp-kapamıştı. Zira o bir nebi namzedi idi.
Nebilerin bilerek bir günaha, hele kebâir denilen büyük günahlara düşmeleri asla söz konusu değildir. Kaldı ki Cenab-ı Hak, Hazreti Yusuf’a baştan temkin, itminan, güçlü bir irade vermiş ve bu hususları onun vicdanına duyurmuştu. Ona babasından gelen bir şey olduysa, o da babasının bu mevzuda Hazreti Yusuf’a daima meâliyâta (yüce ve yüksek duygular) ait yolları göstermesi olmuştur. O, her zaman çocuğuna basit ve pes şeylere dilbeste olmamasını tavsiye etmiş, Yusuf da (aleyhisselâm) bu nasihatleri vicdanında tam olarak duymuş, babasının kendisine yaptığı bu tavsiyeleri hayatının hiçbir karesinde aklından çıkarmamıştı. İşte onun bütün bu hususiyetleri Kur’ân’da anlatılan tablo çerçevesinde gücüne yeni bir güç katmış, bu güçle kapının yolunu tutmuş ve ne pahasına olursa olsun dışarıya kaçmak istemişti. Bunun üzerine Zeliha da onu arkasından tutmuş ve engellemeye çalışmıştı.
Kur’ân, bu olayın anlatıldığı âyetlerden sonra Hazreti Yusuf’un (aleyhisselâm) şöyle dediğini haber verir: “(Yusuf) ‘Ey Rabbim!’ dedi, “Zindan, bu kadınların beni davet ettikleri o işten daha iyidir. Eğer Sen onların fendini benden uzaklaştırmazsan, onlara meyledip cahilce davrananlardan olabilirim.’” (Yusuf sûresi, 12/33) Hazreti Yusuf bunları söylemiş ve bu sözlerle Cenab-ı Hakk’tan onu hapishaneye koymasını istemişti. Bu ne sadâkat ve nasıl bir iffet anlayışıdır ki, sarayda yaşadığı ve aziz tutulduğu bir dönemde, sırf kadınlar başına bir iş açacaklar, iffetiyle oynayacaklar ve Rabbisiyle münasebetini bozacaklar endişesiyle, hapishaneyi daha sevimli bulabilmektedir! Netice itibarıyla Hazreti Yusuf’un –Abdülaziz ed-Debbâğ Hazretlerinin de dediği gibi– Zeliha’ya karşı herhangi bir arzu duyması kat’iyen söz konusu olmamıştı. Kimin aklına böyle bir şey gelirse o insan, bu hususu aklına getirenin şeytan olduğunu çok iyi bilmelidir. Evet, nebiler hakkında değerlendirmelerde bulunacak her mü’min, onların müzekkâ (tertemiz) olduklarını düşünmeli ve bu noktadan hareketle fikir yürütmelidir.
Mevzu ile alâkalı şu hususu aktarmayı da ehemmiyetli görüyorum: İffetine çok düşkün olan nebiler, toplumu aydınlatan lambalar gibidirler, kendilerine bir tozun konmasını asla istemezler. Hatta nebiler, imamın başındaki beyaz sarıklar gibi; temsil ettikleri yüce dava itibarıyla üzerlerinde bir sinek tersinin dahi bulunmasına asla duyarsız olamazlar. Çok gayretli olan bu yüce kâmetler, arkalarındaki kimseleri mahcup etmek ve kendilerine bağlanan, kendilerinde çok şey gören kimseleri yere baktırmak ve utandırmaktan fevkalâde uzaktırlar. Binaenaleyh bu noktadan hareket edersek, Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) hakkında böyle bir değerlendirmede bulunmanın ne kadar yanlış olduğu apaçık görülecektir.
Bu mesele ile alâkalı son bir hususu daha belirtip konuyu bitirmek istiyorum. Kendisine hapishaneden çıkma teklifi gelen Hazreti Yusuf (aleyhisselâm), hapishaneden hemen çıkmaz ve kadınların hâlinin ne olduğunun Melik’e sorulmasını ister. Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) bu vak’ayı anlatırken: “Eğer ben Yusuf’un yerinde olsaydım hapisten çıkma teklifi gelince hemen dışarı çıkardım.” buyurarak Hazreti Yusuf’un temkinini işaretlemek ister.[3] Daha sonra da kadınların: “Hâşâ! Biz ondan bir şey görmedik.” demesi üzerine, Nâzır’ın hanımı Zeliha da; “Şimdi hak yerini buldu. Ondan kâm almak isteyen bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır.” (Yusuf sûresi, 12/51) deyince durum tam anlaşılmış olur.
Evet, Nebiler iffetli oldukları gibi iffetlerine de fevkalâde düşkündürler. İsmet sıfatı ile muttasıf olmalarına rağmen günahtan uzak durmaya karşı çok büyük bir hassasiyetleri vardır. Yani fıtratları açısından bir değerlendirme yapacak olduğumuzda da onların günaha karşı ne kadar kapalı ve uzak oldukları görülür.
* * *
Editör: EKREM ERDEM