Hacerü’l-Esved nedir? Hacerü’l-Esved’in özellikleri nelerdir?

Cenâb-ı Hak bazı yerlere kudsiyet lütfetmiştir. Meselâ Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tâhire hep mukaddestirler. Evet, Allah Resûlü’nü bağrında taşıyan yerin taşı ve toprağı mukaddestir. Binlerce şahidin şehadetiyle onun toprağını şifa niyetiyle kullananlar şifa bulmuşlardır. Bu mücaveretten dolayı o belde de mukaddestir. Mülk sahibi Allah’tır ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsanı bütün hayvanat

EKREM ERDEM 07 Ocak 2022 BLOG

Cenâb-ı Hak bazı yerlere kudsiyet lütfetmiştir. Meselâ Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tâhire hep mukaddestirler. Evet, Allah Resûlü’nü bağrında taşıyan yerin taşı ve toprağı mukaddestir. Binlerce şahidin şehadetiyle onun toprağını şifa niyetiyle kullananlar şifa bulmuşlardır. Bu mücaveretten dolayı o belde de mukaddestir.

Mülk sahibi Allah’tır ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsanı bütün hayvanat âleminden üstün kıldığı gibi, İki Cihan Serveri’ni de meleklerin dahi önüne geçirmiş ve üstün kılmıştır. O, istediğini yapandır. “Şerefli ve aziz kılmak da, hor ve zelil kılmak da O’nun elindedir.” Ve işte O Allah, bir taşı aziz kılmış ve o taş bütün inananların nezdinde mukaddes kabul edilmiştir. Bize düşen Cenâb-ı Hakk’ın, hangi nur ve hangi sırra mâkes yaptığını bilmek değil, O’nun mübarek saydığı şeylere saygılı olmaktır.

Allah Resûlü’nün hutbe verirken yaslandığı hurma kütüğü, O’ndan ayrılınca, dayanamayıp ağlıyor.. sonra İki Cihan Serveri’nin onu istilâmıyla kudsîleşiyor ve Cennet ağaçlarından bir ağaç olmaya hak kazanıyordu. Ashab-ı Kehf’in köpeği, sadakatinden dolayı mükâfatlandırılıyor ve nev’ini temsilen, bir kısım hadislerin rivayetiyle, Cennet yolları kendisine açılıyor.

Hacerü’l-es’ad’a gelince o da, bize kadar nakledilip gelen bazı rivayetlere göre Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm) Kâbe’yi inşa ederken kullanmak üzere Ebû Kubeys Tepesinden alıp getirdiği ve iskele olarak kullanmak üzere üstüne çıkıp Kâbe duvarlarını ördüğü bir taştır. İşte Hz. İbrahim gibi bir Halilullah’ın ayağını bastığı bu taş, Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği kudsiyetle aziz kılınmıştır.
O’nun Cennet’ten gelen bir taş olduğuna dair de rivayetler vardır. Belki de gökten gelen bir meteor, bir gök taşıdır. Meleklere ait ulvî bir âlemden geldiği için kendisine bu değer verilmiştir. Geliş keyfiyeti ne olursa olsun bugünkü durumuna tesir etmez. Ne olursa olsun o, bizler için mukaddes bir taştır. Ona taş diyoruz ama, bu onu başka bir kelimeyle ifade edemediğimiz içindir. Onun mahiyetini ifadeye daha uygun bir kelime bulunmuş olsaydı onu söylerdik. Bu bir edep meselesidir.

Zaman zaman parçalara ayrılmış, kırılmış ve bazı hükümdarlar tarafından bu taşa ait parçalar, çeşitli beldelere taşınmıştır. Şimdi kalan kısım Kâbe’nin bir köşesinde durmaktadır ve kıyamete kadar da inşâallah duracaktır.
Bu taşta belli sırlar vardır. Bizim bilemediğimiz ince hikmetler saklıdır. Efendimiz, onun kıyamet günü şahitlikte bulunacağını beyan ediyorlar. Bu nasıl olacaktır?

Bugün bu meseleyi ilmî tahlillerle ispat edemeyebiliriz. Bugünün tekniği, bunu anlamaya yeterli olmayabilir. Fakat benzeri gördüğümüz öyle harikalar var ki hepsi de bu mevzuda bizim düşüncemizi teyit etmektedir. Meselâ, cansız ve camid maddelerden bir araya getirilen şu insanın konuşması nasıl bir harikulâde ise, Hacerü’l-es’ad’ın şahitlik yapması da öyle bir harikadır. Esas itibarıyla öyledir, fakat ülfet ve alışkanlık, bize, insandaki bu harikulâdeliği unutturmuş bulunuyor. Nasıl insanda hafıza kuvvesi var ve nice malumat orada muhafaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla Hacerü’l-es’ad’da da böyle bir durumun olması gayet normaldir. O binlerce video bandı gibi, bütün kendisini istilâm edenlerin resim ve seslerini kaydedebilir ve bunlar öbür âlemde birer şahit hüviyetini alabilirler.

İşin mahiyeti ne şekilde ve nasıl olursa olsun, bizim için mühim değildir. Oraya bir tahta parçası konulsaydı ve Hacerü’l-es’ad’a verilen kudsiyet ona verilseydi biz onu da aynı saygı ve hürmetle istilâm eder ve bu taşa karşı yaptığımız aynı şeyleri bu defa ona karşı yapardık. Zira biz neticeyi hep Rabbimiz’e dayandırıyor ve esasen bekleneni O’nun engin rahmetinden ve her şeyi de O’nun muhit ilim ve kudretinden bekliyoruz.

Hz. Ömer, onu öperken “Ey taş biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Resûlü’nün seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim.” der. Arkasında duran Hz. Ali’nin: “Yâ Ömer! Onda saklı sırları bilseydin şimdi ona böyle seslenmezdin!” mukabelesinde bulunduğu rivayet edilir.
Her şeyin en doğrusunu Cenab-ı Hakk bilir.

* * *
Editör: EKREM ERDEM