Güneşin doğduğu her günde mutlaka umutta vardır

Bu noktada mesele yenilgi almak, başarısız olmak, olumsuz kişi ve olayların gelip bizi bulması değildir. Mesele umudunu, mücadele azmini, yaşama sevincini, sonsuz kainatta zerre olma bilincini yani inancını yitirmedir. Eğer inancımızı yitirmişsek, o zaman asıl olarak yenilmişizdir. Yoksa her yenilginin telafisi, başarısızlığın rövanşı mutlaka vardır. Burada yoksa dahi ötelerin en ötesinde, Hakk’ın dar-ı divanında, ruz-u

REMZİ KAPTAN 22 Eylül 2020 BLOG

Bu noktada mesele yenilgi almak, başarısız olmak, olumsuz kişi ve olayların gelip bizi bulması değildir. Mesele umudunu, mücadele azmini, yaşama sevincini, sonsuz kainatta zerre olma bilincini yani inancını yitirmedir. Eğer inancımızı yitirmişsek, o zaman asıl olarak yenilmişizdir. Yoksa her yenilginin telafisi, başarısızlığın rövanşı mutlaka vardır.

Burada yoksa dahi ötelerin en ötesinde, Hakk’ın dar-ı divanında, ruz-u mahşerde vardır. Buna inanmış ve bu inancımızı ikrar ile mühürlemişsek, daha bizler için hiç bir olumsuzluk ve engel yoktur. Engeller, olumsuzluklar yine vardır, muhakkak.

Fakat aynı zamanda engelleri aşma çabası, olumsuzlukları iyiye çevirme kararlılığı, kötülüklerden uzak durma gayreti, güzellikleri oluşturma ve esas alma inancı/mücadelesi daha baskın ve egemendir. Bu anlayışla bakıldığında ölümsüz ozan Mahzuni Şerif’in şu sözleri bizler için adeta kılavuz niteliğindedir.

Kamil olan kalmaz naçar
Gam yeme gönül gam yeme
Kara gündür gelir geçer
Gam yeme gönül gam yeme

Akıttın gözümden yaşı
Sızlar yüreğimin başı
Gelir geçer körün taşı
Gam yeme gönül gam yeme

Elif misin hece misin
Gündüz müsün gece misin
Sen Ali’den yüce misin
Gam yeme gönül gam yeme

Mahzuni bade içerim
İçer serimden geçerim
Alır cananı göçerim
Gam yeme gönül gam yeme

Evet, bizler mertlerin en merdi, yücelerin en yücesi, insan-ı kamil olmanın ete kemiğe bürünmüş hali olan Hz. Ali’den daha üstün değiliz. Hz. Ali ve onun yolundan gittikleri ve daha sonraları Hz. Ali’nin yolundan gidenlerin yaşadıkları zorluklar, sıkıntılar, çıkmazlar ve sorunlar bir çoğumuzun sorunlarıyla kıyaslanamaz.

Bütün o zahmetlere ve zorluklara karşın, sayısız yenilgi, ihanet, kötülük ve acıya karşın yinede o insan-ı kamiller oturup bir köşede kendilerini acındırmadılar, karalar bağlayıp umutsuzluk melodileri söylemediler, kötülükler ve olumsuzluklar güçlüdür diye umutlarını ve mücadele azimlerini yitirmediler.

Aksine, umutlarını diri tuttular, şartların olumsuzluğuna bakmadan her ne pahasına olursa olsun anlamlı ve soylu yaşamaktan geri durmadılar, hiç bir zaman mücadele etmekten vazgeçmediler. İnançlarını asla yitirmediler ve ikrarlarına bağlılıklarını son nefeslerine dek sürdürdüler. Mucize, keramet, hikmet burada gizli değil midir?

Mucizeler irademiz dışında, bizlere karşın oluşmaz. Mucizeler, asıl olarak bizlerin iradesi dahilinde olanı eksiksiz yapma azmini, sabrını, kararlılığını son kırılma anına dek gösterdiğimizde ortaya çıkar. Bizler zaten varoluşumuzla başlı başına mucizenin kendisiyiz.

Farkındalığımız arttıkça, mücadele kararlılığımız devam ettikçe, umudumuz dirildikçe mucizelerde peşin sıra gerçekleşir. O durumda daha yenemeyeceğimiz hiç bir zorluk, ulaşmayacağımız hiç bir hedef kalmaz. Fakat bu öyle kolay değil, dayanıklılığımız sayısız kez testten geçiyor, irademiz defalarca sınanıyor, sabrımız çokça tükeniyor… ve işte ancak tüm bunların sonucunda halen inançlı, sabırlı, azimli, umutluysak yol alabiliyoruz. Yoksa sayısız kimse gibi bir köşede yenilgilerimizin hayıflıklarıyla son günlerimizi tamamlarken buluruz kendimizi.

Neden bu böyle? Neden daha kolay ve basit bir yaşam, her isteğimizin gerçekleştiği bir yaşam yok? Ne yazık ki öyle bir yaşam yok. Olsaydı zaten herhalde o da yaşam olmazdı. Bir noktada insanı insan yapan bütün bu yaşanmışlıklardır. Hayat da budur zaten.

Mücadelelerden geçmek, yenilmek ama her defasında ayağa kalkmasını bilerek, hatalar yapmak ama aynı hataları yapmamak için dersler çıkarmak, her tür insanla karşılaşmak ve bu insanların bir şekilde bizlere kattıkları, eksilttikleri… kısacası bizlerin biz olmasını sağlayan her şeydir hayat.

Ne kadar çetin ve zorlu geçerse hayatımız, o denli muhteşem finalin sahibiyizdir. Demir durduk yere demir olmuyor. Ateşte yanması, soğuması, tam anlamıyla dövülüp sertleştikten sonra çelik haline gelmesi… Dikkat edilirse tüm madde için geçerlidir bu zorluklar.

Zorluklar tekamülün yani olgunlaşmanın kendisidir. Bir noktada zorluklar zorunluluktur. Emin olun herkesin kendince zorlukları vardır. Zengin, imkan sahibi, şöhretli olanlarında kendilerine has zorlukları vardır. Geçim derdi içinde olan, bedenen çalışan, eziyette olanında kendince zorlukları vardır. Mühim olan bu noktada bilincinde, ayırdında ve farkında olmaktır bütün bunların.

Her ne şart altında olursa olsun mücadele azmini, kararlığını bırakmamak, umudunu ve umudun yüze yansıması olan gülümsemeyi bırakmamaktır doğru olan. Sonsuz kainat karşısındaki konumunun farkında olan birisi asla inancını yitirmez, yitirmemelidir de.

Evet, zalim ve haksız olanların bir çok boyutuyla hakim oldukları bir dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Fakat oturup buna ağlamak, kendi yetmezliklerimizi bu zalimleri öne sürerek gerekçelendirmek de çok doğru değildir.

Bu zalimliklere karşı direnmiyor, çabalamıyor, kendi boyutumuzda ve gücümüz dahilinde doğru ve güzelini oluşturmuyorsak, bu da bizim eksikliğimiz değil midir? Her fırsatta dile getirmeye çalıştığım gibi, çokça şeyler bizlerin kendi elindedir. Gülümsemek, yüreğimizden umudu eksiltmemek, inanmak, çalışmak, çaba göstermek, bilincimiz ve bilgimiz kadarıyla doğru olanı yapmak gibi. Benim kendi ailem köylü bir ailesidir.

Üstelik bir metrekare toprağı olmayan bir köylü ailesi. Bir köyde eğer toprağınız yoksa, yaşam şartlarınız diğer köylülere göre bin kat daha zordur. Topraksız bir köylü ailesi, bilinçsizlik, fakirlik ve sefaletin ve daha başka dışımızda gelişen olumsuzluklar… Yani kısacası bir gün çalışmasam aç kalırım. Yani öyle atadan bir gelirim yok, kira da evlerim veya başka bir yerden de gelir yok.

Devlette dayında yok. Bu durumda sadece ve sadece bileğin ve beynin vardır. Şu an bu satırları yazarken Hakk’a yürüsem geride maddi anlamda ne bir kuruş bırakacağım, ne de başka bir şey. Hayat bir çoğumuz için adil değildir. Bunun bilincindeyim.

Elbette gönül isterdi ki hayat başka aksın, başka şekilde gelişsin, olmuyor, olmadı. Bu benim iradem dahilinde olan bir şey değildir. İçine doğduğum şartları, aileyi, köyü, ulusu ben seçmedim. Fakat mücadeleyi, umudu, inancı, aşkı, yüreğe dolan güzellikleri, dünya malını esas almamayı, yaşamın maddiyat ile elde edilmeyen güzelliklerinin tadına varmayı ben seçtim. Benimde seçme şansım varmış demek ki.

Oturup bir köşede hep başkalarını suçlamanın bir getirisi olabilir mi? Bunca çalışma ve çabaya rağmen maddi anlamda hayat standartlarımda bir gelişme yok. Fakat yaşamı duyumsama, aşkı hissetme, yüreğe dolan ılıklığı yaşama… bunlar emin olun hiç bir maddiyat ile kıyaslanmayacak tatminkarlıklar sağlıyor bana.

Ego törpülendikçe, maddiyat ile üstünlük sağlama hedefinin utanç vericiliği anlaşıldıkça, yaşamın güzelliklerini yaşamanın maddiyat ile sınırlı olmadığı bilinci geliştikçe, emin olun zenginliğiniz inanılmaz derecede artıyor. Zaman zaman çevremde, akrabalarımda evleri, iş yerleri, mesleki kariyerleri, çocuklarının başarıları ile övünenleri gördükçe, aslında onların maddi olarak zenginleşip içsel olarak fakirleştiklerini görüyorum.

Daima egoları ön planda, daima kendi maddi varlıkları, başarıları konuşulsun isteniyor. Erdemi ve alçak gönüllüğü yitirmedir bu. Erdemi yitirenin insanlığı da sadece surettedir. Ya Hakk; bizi surette değil,özde insan olanlardan eyle. Bizi kendini bilenlerden, arınmış olanlardan, arınmaya davet edenlerden eyle. Yolumuzu, doymak bilmez nefislerinin esiri olmuş olanlardan uzak eyle.

Bizim yüreğimizde dünyanın geçici süsleri değil, Senin sonsuz kainatının güzellikleri yer edinsin.
Allah, eyvallah.