Gözyaşı

-“Erfiçe köylerindendim. Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm.” Anlıyor ki önceleri sarışın imiş, mavi gözlü imiş. Şimdi saçlar küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla, ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, cansız, katı, suyu çekilmiş… Dibe çökmüş bir tasa, kaygı tortusu. Bu kadar kuru,

SEDAT İLHAN 13 Ekim 2019 BLOG

-“Erfiçe köylerindendim. Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm.”

Anlıyor ki önceleri sarışın imiş, mavi gözlü imiş.
Şimdi saçlar küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla, ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, cansız, katı, suyu çekilmiş…
Dibe çökmüş bir tasa, kaygı tortusu. Bu kadar kuru, kabuğa benzeyen göze hiç rastlamamıştı. Belli ki bu kadın, akşam yemeği zamanında, onun ağız tadını kaçıracak.

İçinden: “Bir başkasını bulunca savarım!” diye düşündü.

Ancak zaman ilerledikçe alışmıştı ona, hatta sevmişti de. Çok temiz kalpli idi. Sanki hiçbir şey onun için kötü değildi. Her olayda kendisine göre bir ders veya güzellik bulur ve bununla mutlu olurdu. Gülen ile gülmeye, ağlayan ile ağlamaya hazır bir karakteri vardı. Hayat enerjisiydi o, yaşam nedeniydi, kızıydı. Bazen ismi ile hitap etmek isterdi de hatırlamak için birkaç saniye düşündüğü olurdu, Ayşe Hanım.

Harika yemekler yapardı. Bu nedenle kilo bile almıştı kısa sürede. Gün geçtikçe aynada kendisini tanıyamıyordu.
Arada bazı cümleler söylerdi Ayşe Hanım. Önceleri, ne ifade etmek istediğini anlayamadı. Aslında anlamak için odaklanmadı da. Herkesin bildiği şeylerdi bunlar, herhangi bir kitabı açıp arasak bulabileceğimiz şeylerdi.

Birgün,
– Kızım, dedi. Senin tahsilin ne idi ? Çok güzel sözler söylersin, sanki medrese tahsili görmüş molla gibi, hikmet bilen bir alim.

Ayşe Hanım utandı, sıkıldı, ne söyleyeceğini bilemez bir halde, mırıldanır gibi bir ses tonu ile,

– İnsan okuduğunu değil, yaşadığını bilirmiş, dedi.

Bu cümle adamın kafasında yankılanmaya başladı. Kendisinin ve Ayşe Hanım’ın yaşadıkları gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Kah kendisi oluyor, parası, gücü, makamı, aklı ile insanları yok sayıyor, zulm ediyor, kah Ayşe Hanım oluyor, düşmanın işgalinden kaçıyordu. Kah olmadık nedenler ile eşi ile tartışıyor ve onun terk etmesine yol açıyor, izin veriyor, kah kucağında ölen 3 çocuğuna ağlıyordu.

– ‘İnsan’ dedi, Ayşe Hanım. Kendi penceresinden bakarmış etrafına, iç dünyasında neler var ise onu görürmüş.

Devam etti.

– Şükür, dedi. İnsan elinde olanlar ile mutlu olmasını ve elindekileri paylaşabilmesini bilmeli.

Ve daha bir çok şey söyledi Ayşe Hanım, ama adam bunları duymadı, duyamadı. Mırıldanır gibi, aslında homurdanır gibi garip bir ses ile iyi geceler dedi ve yatak odasına yürüdü.

O gece sabaha kadar ağladı, kırdığı kalplere, geri çevirdiği dostlara, havada bıraktığı ellere, yalnızlığına ağladı.

Sabah yeni bir güneş doğmuştu. İnsanlara yepyeni, tertemiz bir sayfa açılmıştı. Dün, dünde kalmıştı ve bugün yaşanmalı idi. Adam her zamanki gibi kahvaltının hazır olduğunu gördü.

– Sen, dedi Ayşe Hanıma. Kahvaltı yaptın mı ? Bundan sonra kahvaltı için beni beklemeyeceksin. Ne zaman kalkarsan, ne zaman acıkırsan o zaman ye.
Kahvaltıdan sonra biraz yürüyüşe çıkmak istedi. Çarşıya doğru uzandı. Yol üzerinde bulunan mahallenin kasabına bir selam verdi.

– Buyur amcacığım, dedi kasap. Sabah çayımızı beraber içelim.

– Sen, dedi kasaba. Bugün bir başka neşelisin, bir başka sevgi dolu sanki. Ne oldu, nasıl bir haber aldın. Hayır olsun.

– O senin gönlünün güzelliği amcacığım, dedi kasap. İnsan kendi penceresinden bakarmış dünyaya.

Not: Bu hikaye yazarlık atölyesi çalışmasıdır. Refik Halid Karay’ın hikayesinin girişi alınarak farklı bir şekilde tamamlanmıştır. Orijinal hikaye okunduktan sonra böyle bir çalışma gerçekten zor oldu. Ancak Ayşe Hanım ile temsil edilen acıların nedenine ve çözümüne bir bakış açısı ile değinilmek istendi. Kimsenin gurbet yaşamaması, acı çekmemesi ümidi ve duasıyla…