Peygamber Efendimiz’in (sas) rüyalarda, bazen sakallı, bazen sakalsız, bazen siyah saçlı, bazen beyaz saçlı olarak değişik şekillerde görülmesini nasıl izah edebiliriz?
Peygamber Efendimiz (sas) bir hadislerinde “Beni rüyasında gören doğru görmüş olur. Zira şeytan benim suretime giremez.” buyururlar. Bu hakikat açısından ehl-i tahkik, farklı görüşler serdetmişlerdir.
Bazıları, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (sas) ne şekil ve surette görünürse görünsün, ister sakallı, ister sakalsız olsun, bir kimsenin rüyasında gördüğü kişi hakkında “Bu zat, Peygamberimizdir.” şeklinde kalbine bir his doğması durumunda, o zatın Peygamberimiz olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) rüyada kendi sima ve şemaili ile görüldüğü zaman Peygamberimiz olduğunu, değilse, latîf bir cismin Efendimiz’in şekil ve suretinin aksine başka bir suretle karşısına çıkıp “Ben Muhammed’im.” demiş olabileceğini ifade etmişlerdir. İmam Rabbânî Hazretleri, “Efendimiz’in kendi şeklinde görüldüğü zaman hakkıyla görülmüş olacağını söyler; zira şeytan O’nu temsil edemez.”[2] derken, ayrı bir ekol sahibi olan Muhyiddin İbn Arabî de, “Ne şekilde ve surette olursa olsun, ‘Ben peygamberim’ diye kişinin kalbine doğan zat Peygamberimizdir.” demiştir. Bu konuda cumhur dediğimiz ulemanın büyük çoğunluğu daha ziyade Muhyiddin İbn Arabî Hazretlerinin düşüncesine temayül göstermiştir. Şimdi bu görüşler ışığında meseleyi biraz daha açmaya çalışalım:
Evvela, şunu ifade etmeliyim ki, Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) görmek ne şekil ve surette olursa olsun, alâküllihâl bir bişâretin ifadesidir. O’nun değişik şekillerde görülmesi ise bir kısım mânâları ifade eder. Efendimiz’in Hak’tan kendisinde mütecelli olan cemali, mübarek siyah saçları, siyah sakalı, endamlı bakışları, yüz çizgilerindeki tenâsübü ve müstesna bir beşer güzelliği içindeki mahiyetiyle bir insanın mir’ât-ı ruhunda mütecelli olup da rüyada kendisine görünen kimseye bin bişâret olsun! Efendimiz’in, kendisine mütenasip ruhunun güzelliğinin dışta aynası olan bu umumi güzellikten bazıları gitmiş olarak görünürse, bu durum, o insanın mir’ât-ı ruhunda (ruh aynası) bu işi tamamıyla aksettirmeye mâni, ihtimal, bir kısım isin-pasın bulunduğuna delâlet eder. Yani bir kimse Allah Resûlü’nü sakalsız görüyorsa Efendimiz’in sakalını göreceği yerde o kimsenin mir’ât-ı ruhunda bir eksik ve gedik var demektir ki, bu eksik, mübarek sakalının görülmesine mâni oluyor. Öyleyse böyle bir insan, kendisine çeki düzen vermelidir. Bu, meselenin bir yönü.
Meselenin diğer yönüne gelince, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bazen rüyada sevdiği kimselerin nazarlarında mütecelli olur. Yani misal âleminden temessülü ile onun rüyasına girer. Herhangi bir hâdiseye karşı o şahsın iç âlemindeki durumu itibarıyla mütecelli olur. Mesela, mühim işleri omuzunda taşıyan bir zata Efendimiz, gözleri yaşlı ve sakalını tıraş etmiş olarak mahzun bir çehre ile zuhur edebilir. Bunun mânâsı –Allahu a’lem– şudur: O zatın başına, dolayısıyla davasının başına gelecek bir badireden ötürü, Hakikat-i Ahmediye’ye dokunan bir şey bulunduğundan Efendimiz kendi gerçek şeklinin dışında görülmüş ve bir yönüyle o işi teessürle karşıladığını ifade buyurmuştur.
Binaenaleyh Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gerçek hüviyetiyle görülmemesi sadece vicdanın ve gönlün paslı olmasından da değildir. Bazen o zatın/zatların veya onların temsil ettiği milletlerin başına gelecek bir kısım sıkıntılardan ötürü mahzuniyet ve mükedderiyet-i Nebeviye o şekilde temessül etmiştir. Mesela bir şahıs rüyasında, ümmet-i Muhammed’in başına bir bela ve musibet gelmesinden önce Fahr-i Kâinat Efendimiz’i mescitte görür. O’nun Uhud’da başından aşağıya kanlar akarken dahi devamlı tebessüm eden mübarek çehresi mahzun, saçı-sakalı ise dağınıktır. Vâkıa, bu saç ve sakal dağınıklığı, Aleyhissalâtü vesselâm’ın mahiyet-i hakikiyesiyle alâkalı değildir. Bu durum, Hakikat-i Ahmediye’nin cemaat-i Muhammediye içindeki bir kısım arızalarını temsil keyfiyetindendir. Bizim dağınık ve perişan veya dağılacak ve perişan olacak yönümüze, Hakikat-i Ahmediye nazar etmesi itibarıyla Efendimiz, böyle mübarek saçı-sakalı dağınık şekilde temessül etmiştir.
Hâsılı, Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) hangi şekilde olursa olsun gören kişi ümitsizliğe düşmesin, mahzun ve mükedder olmasın; gördüğü şahıs, Hakikat-i Ahmediye’dir. Ayrıca Efendimiz’i rüyasında gören kimseye bir sır verilmiş de olabilir ki, o rüyayı gören kimse bu sırrını kat’iyen fâş etmemelidir. Şayet kuvve-i mâneviyeyi takviyeye medar olabilecek bir durum varsa kuvve-i mâneviyesini takviye edecek kimselere söylemesinde bir mahzur yoktur. Nefsin gururuna sebep olacak hususlar var ise o zaman da onu gizlemek gerekir. Zira bu durum, Fahr-i Kâinat Efendimiz ile rüyayı gören zat arasında bir sır olarak kaldığı müddetçe, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sırrına karşı bir saygı ifade edilmiş sayılır.
* * *
Editör: EKREM ERDEM