Duada usûl nasıl olmalıdır?

Fakat her hayırlı işe besmele ile başlama kaidesinin umumîliğine, dua gibi bir hayırlı iş de dahil olacağı için, besmele çekmek sünnettir, diyebiliriz. Usûl ve metoda gelince, bu mevzuda hulâsa olarak bize tavsiye edilenler şunlardır: Birincisi: Cenâb-ı Hakk’a, can u gönülden bir iştiyakla hamd ve senâ etmektir. Meselâ, Türkçe ifadelerle söyleyecek olursak: “Rabb’im, gökleri ve yeri yaratan

EKREM ERDEM 03 Aralık 2021 BLOG

Fakat her hayırlı işe besmele ile başlama kaidesinin umumîliğine, dua gibi bir hayırlı iş de dahil olacağı için, besmele çekmek sünnettir, diyebiliriz. Usûl ve metoda gelince, bu mevzuda hulâsa olarak bize tavsiye edilenler şunlardır:

Birincisi: Cenâb-ı Hakk’a, can u gönülden bir iştiyakla hamd ve senâ etmektir. Meselâ, Türkçe ifadelerle söyleyecek olursak: “Rabb’im, gökleri ve yeri yaratan Sensin. Kalbimden geçenleri bilen Sensin. İçime iman ve itminanı yerleştiren Sensin. Gönlümü arzuyla dolduran ve buna mukabil Cenneti de şimdiden donatan Sensin. Bülbülü şakıtan, güle rengini bahşeden yine Sensin.” İşte böyle umum âlemde cereyan eden tasarrufları sayıp, hepsini Cenâb-ı Hakk’a isnat ettiğini, tazarru ve niyaz dolu bir üslûpla ifade etme hamd ve senâ demektir ki, Allah Resûlü’nün dualarında bunu açıkça ve tekrarla görmekteyiz.

İkincisi: Efendimiz’e salât ü selâmda bulunmaktır. Bu âdeta bir kapıyı vururken, o kapının önünde duran, o kapının kilit ve anahtarlarını elinde tutan Zât’a selâm vermek gibidir. Evet, salât ve selâmın mânâsı, Cenâb-ı Hak’tan Hz. İbrahim ve onun âline verilenlerin aynen Efendimiz’e de verilmesini talep ve Hz. İbrahim’in gönüllerde kazandığı saygıya denk, Allah Resûlü için de bir saygı atmosferinin tesisini arzu etmektir ki, can u gönülden istenen böyle bir şey muhakkak surette kabul olacaktır. Ve böyle makbul iki dua arasında kalan bir duanın kabul olması da bir cihette teminat altına alınmış olacaktır.

Üçüncüsü: İstenilen şeylerin muhakkak surette Cenâb-ı Hak tarafından kabul göreceğine, zerre kadar tereddüt göstermeden, kıvrana kıvrana ve duanın ayrılmaz bir şartı olan yalvarış, yakarış edasıyla.. meselâ; deniz ortasında, bir tahta parçası üzerinde kalmış ve bütün sebeplerin sukut ettiğini ayne’l-yakîn anlamış bir insanın teslimiyeti içinde ve böyle bir ruhla teveccüh edip Cenâb-ı Hakk’a yönelmektir ki, duanın özü, hayatı da işte bu ihlâs ve bu samimiyettir.
Duanın kabul edilmediğini düşünmek kat’iyen yanlıştır. Dua, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabul ediliş keyfiyeti, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazen bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenâb-ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsan buyurur. Bazen de duamız ahiretimiz hesabına kabul görür. Onun için, yapılan duaların mutlak surette kabul edileceğini düşünerek dua etmek çok mühimdir.

Dördüncüsü: Duayı yine salât ve selâmla bitirmektir. Dua hâlisâne bir kulluk ifadesidir. Yani kulun, aczini, fakrını, zaafını ve iktidarsızlığını idrak ederek; güç, kuvvet, imkân ve gınâ sahibi Cenâb-ı Hakk’ın kapısına, hiçbir vasıta kullanmadan doğrudan doğruya teveccüh edip matlubunu O’ndan istemesi, demektir.

Üzerinde ısrarla durulması gereken önemli bir husus da şudur:
Israr edilirse, bazen dua ile âdi sebepler sukut eder ve Cenâb-ı Hak duayı kabul buyurur. Zira bütün sebepler de O’nun Kudret elindedir. O, istediği şeye istediği şekilde tasarruf etme gücüne sahiptir. Yeter ki dua bu şuur içinde yapılsın ve dua edilmesi caiz olan noktalar dikkate alınsın…

* * *
Editör: EKREM ERDEM