Değişim bizlere neden bu kadar zor geliyor? Filozof ve fizikçi Stefan Klein beynimizin etkin olmaya yönelik çabasının hangi toplumsal değişimlere yol açabileceğini açıklarken bizlere yeni bir umut kapısı aralıyor.
Klein bey yeni bir başlangıç üzerine kitap yazma düşüncesi size nereden geldi?
Toplumsal değişim üzerine yazmak uzun süredir kafamdaydı. Ancak geçtiğimiz dönem yönetimde bulunan koalisyon hükümetinin (SPD, Yeşiller, FDP) bende yarattığı düş kırıklığı böyle bir kitaba başlamama neden oldu. Bu hükümette yer alan birçok kesim değişim gerekliliğini görüyordu, ama kısa süre sonra bunun ne denli zor olduğunu tespit etti. Yazdığım bu kitabın konusu, geçen dönem herkesin enerji dönüşümü, makul bir yapay zeka düzenlemesi, iş gücüyle ilgili akılcı girişimler üzerine konuşmasına karşın, kimsenin bu konularda ciddi bir uygulama gösterememesinin nedenlerini araştırmak üzerine kurulu. Bu kitabı yazarken değişimi neden beceremediğimizi sorguladım.
Peki nasıl bir bulguyla karşılaştınız? Değişim bizlere neden bu kadar zor geliyor?
Değişim sorunsalının düşünsel bedelini göz önünde bulundurmayan her girişim başarısız olmaya mahkumdur. Değişim üzerine konuşulurken, değişimin kaybedenlerinden ve kazananlarından bahsediliyor, ki bu yaklaşım doğrudur. Ancak burada sadece maddi olarak kazananlardan ve kaybedelerden konuşmak biraz kısa düşüyor.
Bununla ne demek istiyorsunuz?
Bir değişim kazanımlar getirecek olsa da, benim bu değişimi istediğim anlamına gelmez. Hiçbir değişim bedava değildir. Her değişim kayıpları içerir. Bizler kayıpları duygusal ve zihinsel bakışla kazanımlardan daha önemli algılarız. Yeni bir durumdan kazançlı çıkmamız için, eskiden vazgeçmemiz gerekir. Yani kazanca ulaşmak için önce kaybetmemiz gerekir. Bu yüzden insanlar değişimlere karşı muhafazakardır ve isteksizdir.
Bu söylediklerinizi bir örnekle açıklar mısınız?
Yaşadığımız enerji dönüşümü sürecini bir düşünün. Günümüzde güneş ve rüzgar enerjisi kömür, gaz ve atom enerjisinden daha ucuzdur. Yani yenilenebilir enerji sistemine geçtiğimizde hem daha ucuz enerjiye kavuşuyoruz, hem de Putin ve benzerlerinden bağımsız bir hale geliyoruz, ayrıca doğayı da korumuş oluyoruz. Lakin hala eski enerji teknolojisine dayanan bir sisteme de sahibiz. Bu yüzden yeni sisteme geçmek içim önce yatırım yapmak lazım. Bu da, yeni sistemden kazanç elde etmek için önce belli bir maddi harcamayı, yani cebimizden para çıkmasını gerektirmektedir. Sonunda büyük kazançlar elde edecek olsak bile, işte bu önceden yapılması gereken yatırım sürecinden kaçınıyoruz, çünkü yeni alışkanlıklar, değişimler bizden hep birşeyleri talep etmektedir. Böylesi zahmetli bir sürece girmektense kaçınmak bizlere hep daha kolay gelmektedir.
Yani gözle görülebilen zararlar ve mantıksal kayıplara karşın yine de değişimlerden kaçındığımız söylenebilir mi?
Kolayı seçiyoruz. Kısa erimli kazançlara yöneliyoruz. Temelinde beynimiz enerji tasarrufuna yönelik çalışır. Bu da ayrıntılı düşünmemizi engeller ve uzun vadede elde edebileceğimiz büyük kazançları gözden kaçırmamıza neden olur.
Beynin enerji tasarrufunda bulunması süreci nasıl gerçekleşmektedir?
Beynin enerji tasarrufunda bulunması geleceği kodlaştırma üzerinden gerçekleşir. Beynimiz en az enerji harcamak için varsayımlar üzerinden düşünür. Böylece beklentiler gerçeklikle yer değiştirir. Bu durum iki sorunu beraberinde getirir: Öncelikle gerçekliği görme zorluğundan ötürü değişimlerin gerekliliğini inkar etmeye başlarız. Öte taraftan kabullendiğimiz, öngörebildiğimiz bir dünyanın, değişmekte olan bir dünyadan daha rahat ve emin olduğunu düşünürüz.
Bu durumun benim davranışlarım ve yargılarım üzerine etkisi nedir?
Benim davranışlarım ve yargılarım gerçeklikten uzaklaştıkça, beyinde zihinsel bir yarılma gerçekleşir. Yani doğru bir hükme ulaşmak için elimde yeteri kadar bilgi olmasına rağmen, kendime zarar verebilecek davranışlarda ve yargılarda bulunabilirim. Mantıki bir düşünce doğru bir sonuca ulaşmak için yargılarımı ve davranışlarımı değiştirmem gerektiğini söylese de, insanların çoğu böyle bir tutumdan kaçınıyorlar. Genelde insanlar tutumlarını ve düşüncelerini haklı çıkaracak gerekçeler aramakla zaman harcıyorlar. Tabii ki böylesi bir yaklaşım çoğunlukla zararlı sonuçlar yaşamamıza neden oluyor.
Bu duruma karşı ne yapılabilir?
Eğer insanlar muhtemel zihinsel yarılmaların farkında iseler, daha doğru kararlar alabilirler. Zihinsel yarılmalardan kaçınmak öğrenebilinecek bir süreçtir. Sözgelimi Finlandiya’daki ilk okullarda internetteki yanlış bilgileri tespit etme taktikleri çocuklara öğretilmektedir. Öğretim sürecinin sonraki aşamalarında daha karmaşık durumlarda doğru hükümlere varma yeteneğinin geliştirilmesi işlenmektedir. Burada söz konusu olan, bizi değişimlerden alıkoyan duygu ve düşünceleri fark edecek bir bilincin yaratılmasıdır.
Yani birçok insan kendini değiştirmek yerine, kendilerinin algıladığı gerçeklik varsayımını tercih ediyorlar. Öte taraftan kendi hükümlerini ve davranışlarını mevcut gerçekliğe göre uyarlayan insanlar da var. Bu durum neden böyle?
Bunun değişik nedenleri var. En önemli neden toplumsal yapı. Mesela kadın ve erkeklerin eşit olmadığını varsayan bir toplumsal yapı içinde büyüdüğünüzü ve yaşadığınızı düşünün. Eğer birgün bu düşüncenin doğru olmadığını söylecek olursanız bunun bedeli büyük olur; şimdiye kadar içinde yaşadığınız tüm toplumsal ilişkileri kaybedersiniz. Öte taraftan insan zihinsel olarak farklılıkları içinde barındıran, esnek bir varlıktır da. Bu durum biraz da zekayla ilgili birşey galiba. Bir insan yüksek derecede zeki olmasına karşın, zihinsel olarak gerekli esnekliğe sahip olmayabilir. Sonuç olarak bu mesele, bir insanın beyninin nasıl çalıştığına ilişkin bir olgudur. Mesela yönünüzü kerteriz edebilmek için kurallara bağımlılık dereceniz büyük bir rol oynayabilir. Bu özellik doğuştan gelebildiği gibi, toplumsal olarak da içinize derin bir şekilde işlenmiş olabilir. Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla, zihinsel olarak esnek olmayan insanların değişimleri kabullenmeleri daha zor oluyor.
Yani bizler kendi doğamızın esirleri miyiz?
Hayır. Değişikliğe açık olmanın öğrenilebileceğini düşünüyorum. Ayrıca yaşlı insanların gençlere oranla daha tutucu olduğu önyargısına da katılmıyorum. Bütün insanların değişime açık olabileceğine inanıyorum. Değişime açık olabilmek için küçük düşünce adımlarıyla bir başlangıç yapabiliriz. Kendi konfor bölgemizden yavaş yavaş çıktıkça, değişime ilişkin korkularımızı da yenebiliriz. En kolayı tehlike duyumsamadığımız alanlarda başlangıç yapmaktır. Bu alanlarda yaşadığımız değişimlerle, korkulacak birşey olmadığını görebiliriz. Yavaş yavaş arkası gelir.
Birey olarak kendimizi değiştirebilir miyiz?
Davranış şeklimizi genelde alışkanlıklar belirler. Alışkanlıklarımızı değiştirebilmek için geri bildirim, zaman ve sabır gerekir. Aynı sporda olduğu gibi: Raketle topa vurmanızı değiştirmek için irade yetmez; bol bol alıştırma yapmanız ve geri bildirim gerekir. Süre içinde yeni alışkanlıklar ve otomatik davranışlar oluşur. Bu süreçte neyi, nasıl yapmanızı öğretecek bir antrenöre de ihtiyacınız vardır. Zaman ilerledikçe antrönörün yerini beyniniz alır.
Bu yaklaşımla toplumsal değişimlerde de etkili olabilir miyiz?
Birçok değişim toplumsal bağlamda mümkündür ve daha kolaydır. Bulaştırma efektini kullanmak için öncelikle küçük gruplar kurabiliriz. Bu gruplarda değişim alıştırmaları yaparak belli bir yetkinliğe kavuşabiliriz.
Bir örnek verebilir misiniz?
Son 50 yılda toplumsal olarak yaşadığımız büyük değişimlere sigara içmeyi örnek olarak verebilirim. Mesela şimdi yaptığımız konuşmayı 50 yıl önce yapmış olsaydık ortalık sigara dumanından geçilmez olurdu. Oysa şimdi hemen hemen hiç kimse böylesi ortamlarda sigara içmiyor. Bu durum büyük bir değişime işaret ediyor, ki nikotin aslında müthiş bir bağımlılık maddesi. Sigaradan vazgeçmek ile fosil enerji kaynaklarından ya da patlamalı motorlardan vazgeçmek arasında pek bir fark yok; yolculuk aynı zihinsel yolda yapılıyor.
Bağımlılığın bu denli yüksek olmasına karşın değişim yapmak mümkün yani?
Evet. Bu değişim yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen bir değişim oldu. Amerika’nın küçük kasabalarında ufak gruplarda başlayıp da tüm toplumu sarıp sarmalayan bir değişime tanık olduk. Toplumsal bir değişimin gerçekleşmesi için % 20’lik, % 30’luk bir kesimin başlangıcı yapması, yeni kurallar yaratması yeterli olabiliyor. Tabii bu rakam nasıl bir değişiklik yapıldığıyla da ilgili birşey, ama genelde süreç böyle işliyor. Eğer Almanya’da toplumsal bir değişim gerçekleştirilmek isteniyorsa, halkın % 20’sinin, yani 16 milyon insanın yeni bir davranış kalıbı geliştirmesi yeterli olabiliyor. Ailede veya birlikte ikamet topluluklarında ise bu % 20’ye ulaşmak çok daha kolay olabiliyor.
Toplumsal tartışmalarda yaşanan herşey daha kötü olacak korkusu biraz da yersiz galiba?
Sorun, korkunun felç edici etkisi sanırım. Aynı hayvanlarda olduğu gibi, biz insanlar da bu biçimde programlandık. Korkan herkes kendisini korumak istiyor ve yeni birşey denemek istemiyor. Ama bu katılaşmayı çözmek için faaliyete geçmemiz lazım. Bunun için değişimin belli bir çerçeve içinde vurgulanması gerekiyor. Bu vurgulama etkinliğinde değişimin bir vazgeçiş değil, daha kazanımlı yeni bir durum olduğu izah edilmelidir. Böylesi bir açıklama yeni durumu daha cazip bir hale getirir. Cazibe ise korkunun aşılmasında ve harakete geçilmesinde büyük bir motivasyondur.
Böylesi bir cezbetme nasıl olur?
Bunun yanıtını herkes kendisi için kendi bulmalı. Burada gerekli olan, arama yolculuğuna çıkmak için yeteri cesareti toplamaktır. Gelecek herşeye tamamen açık. Şu an içinde yaşadığımız dünya oldukça büyük çalkantılar içinde. Ama bu yaşanılan çalkantılar gelecekte herşeyin daha kötü olacağı anlamına gelmez; bilakis bir belirsizliğe işaret eder. Bu belirsizlik için de geleceği bilmediğimizi kabul etmek, ama değiştirebileceğimizi de ifade etmek en doğru yaklaşım olur. Ve bunu yapmak da boynumuzun borcudur.
Filozof, yazar ve fizikçi Stefan Klein son olarak Aufbruch (Yeniye başlangıç) kitabında değişimin zorluklarını ve nasıl gerçekleşeceğini ele almıştır.
Almanca’dan Türkçe’ye çeviren Köksal Türker