Bir rivayetin metin tenkidi

Bir rivayetin metin tenkidi

Soru: Hazreti Musa ile Firavun’un nehri durdurmak için iddiaya girdiklerini, Firavun’un çok dua ettiği için nehri durdurduğunu ve Hazreti Musa’nın da o gece bir şey yapmadığı için muvaffak olamadığını anlatan hikâye doğru mudur?

EKREM ERDEM 01 Eylül 2024 BLOG

Bu hikâye Osmanlıca yazılmış bazı kitaplarda geçer. Ancak bunun ciddi hiçbir mesnet ve dayanağı yoktur. Geçmiş peygamberlere ait meseleleri bize Kur’ân ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadisleri doğru olarak bildirir. Ne Kur’ân-ı Kerim’de ne de hadis-i şeriflerde Hazreti Musa (aleyhisselâm) ile Firavun arasında geçen böyle bir iddia ve yarışmadan bahsedilmez.

İkincisi, böyle bir meseleyi yazma, anlatma ve buna inanma; ne Firavun’u tanımış olmanın ne de Hazreti Musa’yı (aleyhisselâm) tanıyıp ona inanmanın ifadesi olabilir. Evet, bunu söyleyen ve buna inanan insan, Hazreti Musa’yı bilmiyor demektir. O, ulü’l-azm olan beş büyük peygamberden birisidir. Kur’ân-ı Kerim, ondan ve kavmi olan İsrailoğullarından gayet tafsilli bir surette bahseder. Hazreti Musa daha on beş-on altı yaşlarında delikanlı iken bir İsrailli ile Kıptî’nin kavgasını görür. Ayırmak maksadıyla Kıptî’ye vurduğu yumruk onun ölümüne sebep olur. Hata ile Kıptî’yi öldürünce çok pişmanlık duyar. Hâlbuki bu bir hata idi ve hatadan dolayı Allah onu muaheze etmeyecekti. Aynı zamanda öldürdüğü adam da bir mü’min değil, Firavun’un halkından şirretlik birisiydi. Buna rağmen, “Ey Rabbim! Nefsime zulmettim. Beni mağfiret et!” (Kasas sûresi, 28/16) diye nedamette bulunmuş ve Allah’tan (celle celâluhu) mağfiret dilemişti.

Evet, yukarıda da söylendiği gibi Hazreti Musa (aleyhisselâm), ulü’l-azm peygamberlerdendir. Her Peygamber, Cenab-ı Hakk’ın özel bir tecellisidir ve onlar esmâ-i ilâhiyenin gölgesinin gölgesi değil, mazhar-ı tâmmı, ısmarlama gelmiş insanlardır. Dahası, ismet hususiyetleriyle Allah (celle celâluhu) onları hep korumuştur. Hazreti Musa, Kelîmullah’tır, Allah’la açıktan açığa, vicahi olarak konuşan bir insandır. Ve nebiler arasında naz makamını temsil edenlerden sayılır. O kadar ilâhî iltifata mazhar olmuştur ki, رَبِّ أَرِنِۤي أَنْظُرْ إِلَيْكَ “Rabbim! Görün bana, bakayım Sana.” (A’raf sûresi, 7/143) demiştir. Ondan başka hiçbir nebi bunu söylememiştir. Bu itibarla Allah’ın kendisiyle vicahi olarak konuştuğu Kelîmullah, asla Firavun’la bahse girmez. Zira bu, bir laubalilik ifadesidir ve laubalilik ise bir peygamber için kat’iyen söz konusu olamaz.

Üçüncüsü, nebi gecesi ve gündüzünde Allah huzurunda kıyamda, ümmetinin kafasına, kalbine bir şey ifâza etmek (feyz vermek) için çırpınan insan demektir. O, sırat-ı müstakimden ayrılan İsrailoğullarının zararını azaltmak ve onlar arasından kıymetli bir şeyler çıkarabilme cehdinde Tîh sahrası ile Tur arasında hep mekik dokumuş kâmil bir şahsiyettir.

Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) büyüklüğü, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından şu şekilde ortaya konur: Bir gün aralarında çıkan bir tartışmadan ötürü Yahudinin biri Hazreti Musa’nın daha faziletli olduğunu söyleyince Hazreti Ebû Bekir ona bir tokat atar. Yahudi de durumu Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) şikayet eder. Allah Resûlü: “Beni Hazreti Musa’dan üstün tutmayın! Çünkü sûra üflenip herkes bayıldığında ben ilk kalkan olacağım. Ayılınca Hazreti Musa’yı Arş’ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum, o, bayılıp hemen ayılanlardan mı, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?”[1] buyurur. İhtimal, Tur’daki bayılması onun için yeterli olmuştu.

Her şeyden önce Hazreti Musa’yı (aleyhisselâm) kendi derinliğiyle tanımak lazım. Gecesi, gündüzü ibadetle geçen bir insan, yan gelip ayağını uzatarak yatmaz. Hele böyle bir mevzuda asla bahse girmez.

Firavuna gelince, esasen o, Allah’ı inkâr eden mütemerridin tekidir. Allah’a dua etseydi, inanmış olacaktı. Hâlbuki o, son dakikasına kadar temerrüt etti; bir kere “Allah” demedi. Zaten Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) bütün davası ona “Allah” dedirtmekti. O, dua etmiş olsaydı, bunu bilen Allah (celle celâluhu), Hazreti Musa’ya bunu haber verecek, tebliğinin hedefine ulaştığını bildirecekti. Bilakis o, suda boğulup, canı gırtlağına geleceği ve fizik ötesi âlemi göreceği âna kadar inanmadı. Tam gideceği yeri gördüğü anda “inandım” dedi.. dedi ama onu da yanlış söyledi. “İman ettim; İsrailoğullarının inandığı ilâhtan başka tanrı yokmuş. Ben de Müslümanlardanım.” (Yûnus sûresi, 10/90) dedi. O, bu son demde bile Hazreti Musa (aleyhisselâm) ve Hazreti Harun’un (aleyhisselâm) telkin ettiği yegane ilâha değil, İsrailoğullarının ilâhına inandığını söylemişti.

Netice olarak, yukarıda sadece bazı hususiyetlerinden bahsettiğimiz Hazreti Musa gibi bir peygamberini Allah, kat’iyen Firavun karşısında zor durumda bırakmaz. Anlatılan bu tür gerçeklere ters hâdiseleri kitaplardan çıkarmak lazım. Belki bir gün onu da beklenen yeni nesil yapar.

* * *

Editör: EKREM ERDEM