Nasıl hak ehaktan, hasen de ahsenden daha haklı ve daha hasen olabilir ve tercih edilebilir?
Bu mesele, din yolunda hizmet eden mü’minlerin birbirleriyle olan münasebetlerinde ince bir nüansa işaret eden, dolayısıyla da herkesi alâkadar etmeyen metodolojik bir meseledir. Aslında bu tür meselelerin daha rahat ve o alana has tabirlerle arz edilmesi gerekli olmakla beraber yine de biz, küllî bir bakışla ifade edilebilecek hususları arz etmeye çalışalım.
Bu konu, kardeşlik bağlarını koruma mevzuunda nazik, nazik olduğu kadar da önemli bir husustur. Bu düstur, kısaca “Bazen hak ehaktan daha haktır, bazen hasen ahsenden daha güzeldir” şeklinde ifade edilir. Bazen bir doğru, pek çok doğrudan daha iyi olabileceği gibi bir güzel de onun ötesindeki pek çok güzelden daha güzel olabilir. Şöyle ki, daha çok doğruyu ve pek çok güzeli elde etme yolunda münakaşaya düşülüyorsa, o zaman çok doğruyu ve çok güzeli terk edip, doğruda ve güzelde mutabakata varmak gerekir. İnanan insanların birbirleri ve çevresiyle olan münasebetlerinde mutabakat (anlaşma) ve sulh çizgileri doğruda ve güzelde oluşacaksa, çok güzelde münakaşaya düşmeden, güzelde mutabakata varmak daha doğrudur. Eğer caminin içinde yaka paça olma ihtimali varsa, o takdirde caminin sofasında hatta abdest alınan yerde durup anlaşmak daha uygundur. Binaenaleyh denebilir ki, cami münakaşaya bâdi oluyorsa insanlar, hayatlarını hep avluda geçirmeli ve camiye girmeyi mutabakata bağlamalıdırlar.
İçtimaî hayata tatbik edilmesi mümkün olan bu prensip zamanla yanlış anlaşılıp, yanlış yorumlanmış ve mü’minler arasında çok defa nifaka, şikaka (ayrılığa) sebebiyet vermiştir. Mü’minler şer’î ölçülerle dört bir yanı tespit ve tahkim edilmiş güzel bir yol bulup bu yolda yürüyerek Cennet’e gitme ihtimalleri belirince; asgari anlaşmanın mümkün olduğu çizgide mutabakata varmaları elzemdir. Aksi takdirde teferruatın münakaşasına girilince her zaman karşılıklı anlaşmazlıkların olabileceği kat’iyen akıldan çıkarılmamalıdır. Mesela, herkesin cübbesinin rengine, sakalının boyuna ve saçlarının uzunluğuna takılıp kalan birisi böyle yapmayanlarda yümün, bereket ve hayrın olmadığını iddia ederse, o zaman usûlde, farz ve vaciplerde kardeşleriyle anlaşması mümkünken, kendi düşüncesine göre ahseni ve ehakkı istediğinden, onlarla kesinlikle anlaşamayacak ve diğer mü’min kardeşleriyle asla bir birleşme noktası bulamayacaktır. Zannediyorum meselenin bir yönü budur ve günümüzdeki münakaşaların çoğunun sebebini de bu teşkil etmektedir. Bugün herkes kendi meşrebi ile alâkalı olarak “Benimki daha iyidir.” demektedir. Hatta diyebiliriz ki, keşke böyle deselerdi! Aksine şimdilerde bağnazlıklar öyle bir dereceye ulaşmıştır ki “Benimki en iyidir, benimkinden başka da iyi yoktur. Binaenaleyh benim meşrebim üzere hareket etmeyen de kurtulamaz.” denebilmekte ve bu şekilde farkında olmadan felaketli bir yola girilmektedir.
Bu bakımdan inanan her bir mü’minin diğer kardeşleriyle aralarındaki irtibatı, anlaşmayı ve uzlaşmayı kurması adına diyebiliriz ki, mü’minler anlaşabilecekleri bir yol bulduktan sonra eğer o yolun daha iyisinde münakaşaya ve huzursuzluğa düşüyorlarsa kat’iyen o yola gitmemeli ve anlaşabilecekleri çizgide kalmalıdırlar.
İnsanımız keşke, bugünkü toplumun bir vahdet teşkil etmesi adına çok ehemmiyetli olan bu hususu, “İçinizden zayıf olanların gittiği yoldan gidin.”mübarek sözündeki hakikat açısından değerlendirip, kendilerinden daha zayıf olanların ayakları ile yürüyerek başkalarıyla anlaşabilecekleri yolları ve vesileleri araştırma gayreti içinde olsalardı. Zannediyorum arzu edilen ittifak ve ittihat da ancak bu şekilde teessüs edebilir. Ama Jules Verne’in bir mesele münasebetiyle: “Galiba beşer henüz böyle bir seyahati yapmaya muktedir değil.” dediği gibi, ihtimal ki insanımız da bugün için henüz böyle bir meseleyi başarmaya muktedir değil. Bu konuda da yine bütün engelleri aşmamıza yardım eden Yüceler Yücesi’nin dergâhına sığınarak Cenab-ı Hakk’ın bütün inananları rüşde erdirmesini ve olgunlaştırmasını niyaz etmeliyiz.
Allahım, kalblerimizi te’lif buyur ve bizi birlik ve beraberlikten ayırma. Âmin!
* * *
Editör: EKREM ERDEM