Anadolu’da aşk

Belki başka kültürleri yeteri kadar tanımayışım, belki de Anadolu’ya olan özlemimdir, aşkımdır bana bunu düşündüren. Anadolu’da her şey aşk ile yapılır. Düğün dernek kurulur, yemekler yapılır, ikram edilir. Şifa olur, muhabbet, huzur olur. Gençler aşk ile askere gönderilir. Gurbet koklanır buram buram, hasret içilir yudum yudum. Diyarbakır sokaklarında gezerken uygun bir otel var mıdır yakınlarda

SEDAT İLHAN 21 Ekim 2019 BLOG

Belki başka kültürleri yeteri kadar tanımayışım, belki de Anadolu’ya olan özlemimdir, aşkımdır bana bunu düşündüren.

Anadolu’da her şey aşk ile yapılır. Düğün dernek kurulur, yemekler yapılır, ikram edilir. Şifa olur, muhabbet, huzur olur. Gençler aşk ile askere gönderilir. Gurbet koklanır buram buram, hasret içilir yudum yudum.

Diyarbakır sokaklarında gezerken uygun bir otel var mıdır yakınlarda diye soramazsınız. Tutar kolunuzdan evine götürür bir amca sizi. Reddedilmeyi hakaret bilir. Evinde ne var ne yok düşünmez, neyi var ise onu koyar ortaya.
Urfa’ya uğrarsanız çiğ köfte yedirmek için dana keser. Evin, çocukların ihtiyaçları için düşünülen ama bir türlü elden çıkarılamayan tek danadır o belki de, yürek yarısı. Ama sonucunu düşünmez. Misafire ikram azizdir çünkü, herşeyin üzerindedir.

Tambur ile tamburi aşıktır birbirine. Aşk ile çalınır o tambur, aşıklara sevgiliden haber getirir sesi. İşte bu nedenle Tamburi Cemil Bey ölür de, tambur patlar aynı anda.

Kilimlere ilmek ilmek aşk dokunur; hasret, sadakat dokunur mahcubiyetle.
Annemiz savaş sonrası babamızdan haber alamaz. Evden her seferinde kardeşlerimize, babanız gelirse diye not bırakarak çıkar. Son nefesini de hoş geldin efendi diyerek teslim ediverir.

Anadolu’da her yuva aşk ile kurulur. Her erkek Mecnun’dur, Kerem’dir, Ferhat’tır. Bazıları gerçekten Kerem’dir, bazıları da aşkları ile Kerem olurlar.
Bizim oralarda da bir Kerem vardı. Asıl adı unutuldu gitti. Yeni yetmeler bilmezler. Oysa kucaktaki bebeler bile onun hikayesi ile büyürdü. Ama kendisi hiçbir şey anlatmadı. Aşk kelimeler ile ifade edilemezdi zaten. Hâl olmadan kâlin ne anlamı vardır ki…

Rüzgâr anlamını taşıdı aşkının, yağmurlar efsununu yağdırdı insanların üzerine ve yıldızlar sırrına göz kırptı. Gönüller çarpmaya, kulaklar fısıltıları duymaya başladığında anladı herkes hâlini. O, ne sevdiğinden uzakta olmaya razı gelebildi, ne de yakın olmaya layık gördü kendini. Bu konuda kalbi bir kuşun kalbi gibi tir tir titrerdi. Öyle titrerdi ki, duvarlar ritim tutardı buna, kuşlar nağme katardı. Rüzgar ifil ifil eserken onun sevdasını ulaştırdı ihtiyaçlı gönüllere.
Dağlara taşlara sevdasını yazmak istedi. Oturdu Aslı’m dedi, kalktı Aslı’m… Her şey ona Aslı’sından haberdi, her şey Aslı için bir sebeb… Herkes bilsin dedi Aslısını, herkes tanısın. Güneş Aslı için doğardı, yağmur onun için dökerdi katrelerini O’na göre.

Kara sevda idi O’nunkisi. Kavuşmak ahirete kalmıştı. Bu sevdayı anladığını sananlar da anlamadılar. Anlamayanlar deli dediler. Gösteri yapıyor diye düşündüler. Aslı da kimmiş bilemediler.

Bilmem ki eskiyi mi yazdım, özlemlerimi mi yoksa? Aslımızı kaybettiysek ne kazandık ki? Yaşanmış bitmiş, ütopyalarda kalmış mı demeli, yoksa aslımızı mı aramalı? Aşk olmasa, aşıklar, Aslılar olmasa, Anadolu olur muydu?