Ah Almanca, ah!

1870’li yıllarda Avrupa seyahatine çıkan Amerikan yazar Mark Twain Prusya’yı da gezmiş ve Almancanın öğrenim zorluğu hakkında ‘Korkunç Alman Dili (The Awful German Language)’ adli bir kitap kaleme almış. Gramatik yapısının çok zor olduğundan tutun, kaidelerinden çok istisnaları olan bir dil olduğunu yazmış. Hatta ‘Almancayı büyük bir saygı edasıyla alıp, Latince gibi ölü diller kategorisine

SAİD GÜL 08 Kasım 2017 BLOG

1870’li yıllarda Avrupa seyahatine çıkan Amerikan yazar Mark Twain Prusya’yı da gezmiş ve Almancanın öğrenim zorluğu hakkında ‘Korkunç Alman Dili (The Awful German Language)’ adli bir kitap kaleme almış.

Gramatik yapısının çok zor olduğundan tutun, kaidelerinden çok istisnaları olan bir dil olduğunu yazmış. Hatta ‘Almancayı büyük bir saygı edasıyla alıp, Latince gibi ölü diller kategorisine yerleştirmeli. Zira ancak ölülerin bu dili öğrenecek kadar zamanıvardır’ demiş. Bu cümleye bazı okuyucularım hak verebilir. Kısmen doğruluk payı da vardır.

Çünkü 44 sene önce bu memlekette doğup büyümüş, üniversiteyi burada bitirmiş, hatta bu ülkenin dilinde basılmış kitabı olan bir insan olarak Alman dili hakkında yaptığım araştırmalar sonucu sürekli yeni inceliklere ve bilmediğim ayrıntılara takılıyorum.

Eskiler ‘öğrenmenin yaşı yok’ derler ya, inanıyorum ki 50 yaşımda da Almancanın çok farklı bir ayrıntısını öğrenmiş olacağım. Bu açıdan baktığınızda ölülerin bile bu dili öğrenecek kadar vakti yoktur. Ama o kadar da karamsar olmamak gerek.

Azim ve gayret olduktan sonra iki sene de günlük hayatınızı idame ettirecek kadar bir Almancanız olur. Çevremde, 20 senedir bu memlekette yaşayıp dil bilmeyen insanlar bana nasıl ızdırap veriyorsa, Almanya’ya adım atar atmaz ‘İlk altı ay sadece dil öğreneceğim.

Başka derdim olamaz’ diyen insanlarla da mutlu oldum. Allah başka dert vermesin. Almanca öğrenmeyi kendisine dert edinmek güzel bir anlayış aslında. Konuya bir de bu açıdan yaklaşmak lazım. ‘İnsan ne kadar Almanca öğrenir? Elbette derdi ölçüsünde.

Derdimiz günlük hayatta kendimizi ifade etmekse sadece, terminolojiye o kadar hakim oluruz. Oysa ‘bizim güzel bir dünyamız, kültürümüz ve yaşantımız var’ diyerek bunları Alman komşularınız ve dostlarınızla paylaşma ihtiyacı duyuyorsanız, diliniz ona göre gelişir. Hep söylerim: Adamın birine sormuşlar ‘İngilizceniz var mı?’ diye.

O da ‘Derdimi anlatacak kadar var’ demiş. Ardından başlamış çatır çatır İngilizce konuşmaya. Şaşırmış soranlar: ‘Sizin çok güzel bir İngilizceniz var’ demişler. O kişi de :’Eee, derdim çok’ demiş. Yani derdini anlatacak kadar dediyse, adamın derdi büyük ona göre de dilini geliştirmiş. Diliniz olmazsa derdinizi nasıl anlatırsınız ki? Çocukluğumuzdan beri bazı çevreler tarafından ‘Almanca öğrenmeyi entegrasyon kılıfına geçirip bizi aslında asimile etmek istiyorlar’ teranesiyle korkutulduk hep.

Kendi kültürünü muhafaza eden, onun yaşaması için ortamlar kuran insanların da bugüne kadar özlerinden bir şey kaybetmediklerini gördüm. Almanca bilmek hiç engel değil, aksine bir zenginlik kaynağı oldu bu insanlar için. ‘Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan’ demiş atalarımız.

Öğrenmenin sınırı yok ki. Tabii dili çoğalttıkça bocalama ihtimali de yükselebiliyor. Dile iyi hakim olunmayınca iki dilin karıştırılıp melez bir dille kurulan cümlelere de günlük hayatımızda çok karşılaşıyoruz.

Özellikle gençlerimiz ve çocuklarımız bu furyanın etkisi altında. Bunu engellemenin yegane çözümü temelde iki dili de sağlam öğrenmek. Bir Almanla konuşurken Türkçe düşünmemek mesela. Alman gibi düşünmek. Türkçe cümle kurgulayıp, onu Almanca ifade etmeye çalışmak bazen gülünç duruma düşürebiliyor insanı.

Her iki dile hakim olduğum halde kitabımı yazarken bir defasında böyle bir hataya düştüğüm oldu benim de. Ama kabahat sadece bizim değil ki. Nasreddin Hoca’nın ‘hırsızın hiç mi kabahati yok?’ dediği gibi Almanca’nın hiç mi azizliği yok canım.

Bakın, size çok üç bir örnek vereyim. Elmayı yedikten sonra çöpe attığınız kısmı vardır. Almanca buna ne denir? diye araştırırken temel sözlük olan Duden’in en son baskısında bile bunun karşılığını göremedim. ‘Ondan kolay ne var? Ona ‘Apfelrest’ denir’ diyeceksiniz. Ben de öyle tahmin ettim. Ama değil işte. ‘Standardsprache’ denilen kayda girmiş Almanca’da böyle bir kelime yok.

Fakat ona karşılık ‘Umgangssprache’ denilen halk arasında kullanılan Almanca’da da alabildiğine bir zenginlik var bu konuda. Lübeck’ten Münih’e her yöre elma artığına farklı bir isim kullanıyor. Kuzey Almanlar ‘Griebsch, Krubber, Nursel’ gibi kelimelerle anlatırken, Münih’te ‘Bützen’, Kuzey Hessen ‘Krutze veya Krips’ ve Thüringen’de ‘Kriebs’ ya da ‘Schnirps’ denilir.

Hatta bu konuda rekoru elinde bulunduran Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde Aachen’dan Paderborn’a kadar ‘Nüssel’den Stronk’a, Äppelknutsch’dan Schnussel’e varıncaya kadar 17 farklı kelime elma artığını anlatır.

Almanca iyi güzel de biraz garip bir dil. Gramatik kaideleri diğer dillerden fazla, ancak istisnalarının haddi hesabı yok. Gel de ‘bu dili öğrendim’ de!

Ah Almanca, ah!