Erzincan’dan Almanya’ya uzanan yaşam; Ersin Bilge

Erzincan’dan Almanya’ya uzanan yaşam; Ersin Bilge

Erzincan'ın Çayırlı ilçesi, Yukarı Kartal köyünde 1963 senesinde, beş çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı.

PANORAMA - NEWS 21 Eylül 2023 ANAMANŞET

Ersin Bilge’nin yazdığı „Eşekle Gelen Dostoyevski“ kitabını sizlere anlatacağım. Bugün ki yazım biraz uzun olacak, fakat zevkle ve bazende hüzünle okuyacağınızı düşünüyorum.

Anadolu’da çocuk olmak çok zordur. Fakirdir, fakat fakirliğini dışa vurmaz ve vakur çocuklardır. Bazı köylerde, birden beşe kadar sınıfları tek odalı okullarda okurlardı. O Anadolu’nun ücra bir köyünde doğan ve o köyde binbir zorluklar içinde ilkokulu okuyan çocuğun tek hayali ve beklentisi, birgün köy okuluna birisinin eşeğin heybesinde kitap, defter veya silgi getirmesiydi. Fakat, o eşek üzerinde kitaplar hiç gelmemişti.

Birçok köy çocuğu gibi yazarında, ne yeteri kadar kalemi ve nede defteri vardı. Gözleri hep uzakları seyreder ve birgün birisi eşeğin sırtında kitapları getireceğini düşünürdü. Fakat, onun hayali olan eşek üzerinde kitapları hiç kimse getirmemişti.

Birilerinin eşek ile kitap getireceğini düşünerek ilkokulu bitiren yazar, ortaokulu Mercan, liseyi ise Erzincan’da okumuştur. Yazarın hayvan ve doğa sevgisi, evlerinin penceresine konan bir serçe ile başlar. Erzincan’ın acımasız kış gününde pencereye konan serçeye buğday tanelerini attıkca, serçenin sevincinden kanat çırpasına şahit olur.

Yazar kitabında anasından bahseder. Anasının yaşamını „Gelin Ayşe“ türküsüne benzetir. Feodal toplumlarda gelin olmak çok zordur. Yazarın anası Zazaca’dan başka dil bilmemektedir. Aile kalabalık ve beş elti bir evde yaşamaktadır. Anası hep itilir kalkılır ve zulüm görür. Sonunda anası dayanamaz ve baba evine dönmek ister. Baba evine giderken anasının ne acılar yaşadığını yazarın „Eşekle Gelen Dostoyevski“ kitabından okumanızı öneriyorum.

Kitabın kahramanı liseyi bitirir ve ailesi ile taşı toprağı altın olan İstanbul’a gelir. İstanbul ne kendi köyüne ve nede Erzincan’a benzemez. Aslında zeki bir çocuktur ve devlet memuru olmak ister. Maliyenin açtığı sınava girer ve kazanır. Sonunda, o fakir çocuk devlet memuru olmuş ve para kazanmaktadır. Aynı kurumda çalışan minyon tipli bir kız ile, birlikte işe başlarlar. Başarılı olmak için, bir birine destek çıkarlar.

Gün gelir çocukluğundan beri tanıdığı dayısının torunu Hülya ile evlenir. Hülya evlenenden sonra ailesi ile Almanya’ya döner. Yazar ise, maliyedeki işine devam eder. Aklı hep Hülya’sın da olan yazar, birgün karar verir ve maliyede ki işinden istifa ederek, Hülya’sı ve oğlu Doruk’un yanına gider.

Yazar biliyordur, Almanya’nın acı vatan olduğunu ve kendisini zor günlerin beklediğini. Olsun der, önemli olan Hülya’sı ve oğlu Doruk’un yanında olması. İlk günler iyi geçer. Bremen’i tanıma fırsatı bulur. Fakat, belirli zaman sonra günler, aylar ve seneler öyle zor geçer ki, yazar neredeyse hayatından bıkmıştır. İşsizdir, çalışma müsadesi alamaz ve birçok işte kaçak çalışır. Sonunda bir tuğla fabrikasında iş bulur.

Yıllarca çalıştığı tuğla fabrikasında beklemediği bir kaza geçirir. Uzun süren tedavisi sonunda, yeniden işine döner. Fabrikası ekonomik krize girer ve bütün işcilerini çıkartır. İşsiz kalan yazar, Oberhausen’e taşınır. Sosyal faliyetli birisi olup, orada bulunan cemevin de fahri olarak çalışmaya başlar ve sonunda cemevinin başkanı olur.

Tuğla fabrikasinda çalışırken, çocukluk hayalini gerçekleştiremediği için çok üzülür. İşsiz kalandan sonra, hayalini gerçekleştirmek için, daha fazla zamanı vardır. Sonunda çocukluk hayalini gerçekleştirmek için yollara düşer. Başta kendi köyü olmak üzere, birçok köye eşek üzerinde yaklaşık 6 bin 500 kitap dağıtır. Binlerce çocuğa dokunur ve onlara kitap okumayı aşılar. Yetmez, aynı zamanda arkadaşlarının, dostlarının ve canlarının desteği ile 72 öğrenciye burs imkanı saglayarak, o gençlerin okumasina destek olur. Yazar yardımlarını inancı gereği „Lokma“ olarak tanımlar.

Yazar kitabında insanı sevdiğini, kendisi için ırkların veya inançların hiçbir anlamı olmadığını sık sık vurgulamakdadır. Kendisi alevi olduğu halde, ilk kitap götürdüğü köy bir sünni köyüdür. Yazar kitabında „Bir Çerkez kızına“ yer vermektedir. İzmir depreminde kirada oturdukları evi kayıp eden çerkez kızı üniversitede okumaktadır. Raslantı sonucu çerkez kızı ile tanışır, kıza ve ailesine dostlarının desteği ile yardımda bulunur.

Birgün yazar çerkez kızını arayarak, kendisi için burs bulduğunu söyler. Çerkez kızı yazara şöyle cevap verir: „Siz bize çok yardımda bulundunuz. Evet evimiz kira, benimde okul masraflarım devam ediyor, ama olsun. Kendimize yetecek yağımız, unumuz var, onunla kavrulup gidiyoruz. Benim sizden bir ricam var, bana yapacağınız yardımı, benden daha çok ihtiyacı olan başka bir üniversite öğrencisine yaparsanız, çok daha mutlu olurum.“

Evet, hikayesini kısa olarak özetlediğim ”Eşekle Gelen Dostoyevski” kitabını yazan ERSİN BİLGE, kendisi gibi kalbi güzel çerkez kızını ve onun önerdiği diğer öğrencileri mutlu etmiştir. Ersin Bilge gibi, çağdaş eğitime destek verecek nice koca yürekli insanların bu evrende olduğuna inanıyorum.

„Eşekle Gelen Dostoyevski“ kitabını okurken, kendinizi Anadolu’nun ücra köylerinde ki çocukları nasıl mutlu ettiğine şahit olacaksınız. Ersin Bilge gibi parası az, fakat gönlü zengin insanlara ne kadar minnet duysak azdır.

Hani büyük usta Yaşar Kemal diyorya, ”İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.” Evet, ülkemiz yazar Ersin Bilge ve Çerkez Kızı gibi büyk yüreklere sahiptir. Yazar kitabının arka sayfasına yaşlıların söylediği „Oğul boşa yaşamayın, yaşamak için yaşıyorum demeyin“ diyen çok anlamlı cümleye yer vermiş. Ayrıca yazar diyor ki, „Oğul, cahil değirmeninde un öğütülmez. Öğütülen undan da ekmek olup sofraya gelmez.“

Tahsin Albayrak
Oldendenburg Belediye Meclis Üyesi (1996-2006)