Kardeşlik anlayışımız nasıl olmalıdır?

İnanan insan, şirkin her türlüsünden kaçınmak ve hatta bu mevzuda kıskanç olmak zorundadır. Haddizatında, Cenâb-ı Hak da kendine şerik koşulmasına karşı çok “gayûr”dur. Bütünüyle kendisi için yapılmayan amellerin hiçbirinin O’nun yanında sinek kanadı kadar kıymet ve değeri yoktur. Yapılan bütün hizmetler hangi isim ve unvan altında ve nerede yapılırsa yapılsın, Allah katında değer ve kıymete

EKREM ERDEM 18 Mart 2022 Allgemein

İnanan insan, şirkin her türlüsünden kaçınmak ve hatta bu mevzuda kıskanç olmak zorundadır. Haddizatında, Cenâb-ı Hak da kendine şerik koşulmasına karşı çok “gayûr”dur. Bütünüyle kendisi için yapılmayan amellerin hiçbirinin O’nun yanında sinek kanadı kadar kıymet ve değeri yoktur. Yapılan bütün hizmetler hangi isim ve unvan altında ve nerede yapılırsa yapılsın, Allah katında değer ve kıymete haiz olabilmesi için ihlâs ve O’nun rızasına dikkat edilmelidir. Dikkat edilmesi gereken ikinci husus da soruda mevcut mânânın yaşanır keyfiyetiyle devamlı ve sürekli olmasıdır…

Birbirinde fâni olma seviyesinde kardeşlik, dış dünyada tesir icra edecek en müessir faktörlerden biridir. Birbirinin fazilet ve meziyetleriyle iftihar etme ve onları aynen kendindeymiş gibi kabullenme, millet fertlerini de birbirlerine sımsıkı kenetleyecek ve içlerindeki hamle ruhunu kamçılayarak, kıvılcım hâlindeki istidat ve kabiliyetleri tutuşturup birer kor hâline getirecek ve ilâhî rahmetin sağanak sağanak inmesine vesile olacaktır. Vifak ve ittifak içinde birbiriyle bütünleşmiş ve tek vücut hâline gelmiş bir toplumun ruh ve gönlüne Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve yardım eli uzanacak ve onu hep müsbete, güzele ve doğru tarafa çevirecektir, dolayısıyla da şahs-ı mânevînin yanılma payı en asgariye inmiş olacaktır. Niyetleri hâlis olduğu için, belki bu yanılmalar da onlara sevap kazandıracaktır. Fakat birbirinden kopuk çizgide bulunanlarda, -aynı çizgide olmalarına rağmen- bu dediklerimizin tahakkuku mümkün değildir. Hele bir de çizgide inhiraflar, dolayısıyla de ihtilaflar baş gösterirse bir daha içinden çıkmak mümkün olmayan fasit daireye girilmiş olur. Böyle bir fasit daireye giriş ise, hedefe sırtını dönüp koşan insan gibi, her attığı adım onu esas gaye ve hedeften uzaklaştırır.
Hâlbuki bir devrede bu işi omuzlayanlar, Allah Resûlü ve O’nun ashabıydı. Demek ki “tenasüb-ü illiyet” prensibi içinde meseleyi değerlendirecek olursak, bu işi yeniden omuzlayacakların da aynı şuur ve yapıya sahip olması gerekir. Bütünüyle onlar gibi olma, keyfiyet itibarıyla mümkün olmayabilir. Fakat biz, ancak onlara benzediğimiz nispette onların yaptıklarını yapabilme durumunda olduğumuzu da unutmamalıyız. Aynı durum kardeşlik için de geçerlidir. Onlar nasıl ve ne şekilde bir kardeşlik anlayışına sahiptiler ve bu kardeşlik anlayışı onları muvaffakiyette hangi noktalara getirdi, bizler için de bu kaide ve netice değişmeyecektir.
Ben şahsen çocukluğumdan beri sahabenin hayatını okurum. Belli bir devreden sonra da onları anlatmaya başladım. Fakat bazen, onların temsil ettikleri kardeşlik tablolarını hayretle karşılar ve sanki sadece onlara mahsus ve bugün için tatbiki mümkün olmayan bir ütopya gibi değerlendirirdim. Daha sonra bazı arkadaşlarda gördüğüm bu mânâdaki misaller, bana bu düşüncelerin yaşanabilirliği hakkında tam kanaat verdi. Hatta bazen bu arkadaşların birbirlerine gösterdikleri, yekdiğerinde fâni olma örnekleri, başkalarına öyle tesir etti ki onların yanlarına gelen ve bu kardeşliği hayran hayran seyreden dıştan bir insanın, hayret dolu bir tonla “Aman Allah’ım, bu ne kardeşlik!” dediğini bizzat kendim duydum ve hâlâ o tatlı ses tonuyla bu ifade, hafızamda yeniliğini muhafaza etmektedir. Tabiî ki bu beni son derece sevindirmiştir. Müslümanlar arasında müşâhede ettiğimiz bu civanmertliği kabul ve teslimle beraber yeterli bulmamız mümkün değildir. Biz bu mevzuda da doymama kuşağında dolaşanlardan olmalıyız. Zira bugün yeterli olabilen şu kardeşlik şuuru, yarın, milletimizin, büyüklüğe sıçraması yolunda karşısına dikilmesi muhtemel büyük engel ve engebelere takılmaması için gerekli ölçüde olmayabilir.
Köleyi azat etme bir akabedir. Bugünkü mânâsıyla çeşitli ideoloji ve sistemler tarafından esir edilmiş, satın alınmış nice insanlara kadar uzanabilecek bir değerlendirme ile geniş çaplı ele alacak olursak, köle azat etmenin nasıl bir engel, tepe ve akabe olduğu her hâlde daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Kendisi sıkıntı ve darlık içinde olmasına rağmen, kardeşini kendi nefsine tercih etme de ayrı bir akabe durumundadır.  Maddî-mânevî füyûzat hislerinde dahi onları takdim etme ve kendisi için geriden gelmeyi bir vazife olarak kabullenme, insanın önüne dikilmiş başka bir engel ve engebedir. Bu engeli aşma da yine sahabe gibi davranmaya bağlıdır. Kardeşinin karnı doysun diye kendi kaşığını boş getirip götüren ve bu durumu görmesin diye de mumu söndürüp odayı göz gözü görmez hâle getiren ve çizdiği bu nurdan tabloyla gökteki melekleri dahi hayrete sevk eden sahabe gibi. Ve yine son anda, ölümle pençeleşirken, kurumuş dudakları bir yudum su hasretiyle titrerken dudağına kadar gelen suyu, yanındaki kardeşi “su” dedi diye elinin tersiyle itip, kendisine su vermek isteyene, başıyla orayı işaret eden  ve “Kendileri çok muhtaç olmasına rağmen kardeşlerini kendilerine tercih ederler.”  ilâhî mesajının nüzulüne sebep olan sahabe gibi…
Yetime yedirme, içirme de akabedir.[6] Mecazın kollarıyla uzandıkça karşımıza daha nice mânâlar çıkacaktır. Belli bir İslâmî kültürden mahrum ve bu mahrumiyetten kaynaklanan bir nevi kimsesizlikle, el atanın kucağında kalan nice yetimler… İşte, ellerinden tutup onları evc-i kemale çıkarma yollarını araştırma, bu gayeye matuf yedirme ve içirme, bu da apayrı bir tepe ve akabe…
Sadece önümüze dikilmesi muhtemel akabeye bir işaret olması bakımından girdiğimiz bu mevzuda hedeflediğim nokta şudur: Bugün kâfi gibi görünen bir kardeşliğimiz vardır. Fakat, geleceği bütün enginliğiyle kucaklama ve milletimizin aydın yarınlarına daha bir güvenle yürüyebilme adına daima artan bir kardeşlik şuuruna da muhtacız. Onun için bu mevzuda da himmeti âli tutmalı ve sürekli “Daha yok mu?” demeliyiz.

* * *
Editör: EKREM ERDEM