Bunu zaten biliyordum. Tebliği bekliyordum düne kadar. Büyük bir merakla elime aldığım zarfı açtım.
Bomboş bir sayfa ile karşılaştım. Sadece ismim vardı kağıtta, üzeri çizilmiş. Mahkemeler, mahkemeler, mahkemeler… Adalet dağıttına inanır mıyız gerçekten yoksa inanmak mı isteriz? Veya adalet de nedir ki… Suç neden işlenir, işleniyorsa? Mahkemelerin olmadığı bir dünya hayal ettiğimizde adalet kalmaz mı dersiniz?
Filmler… Herkesin seyretme nedeni farklı olabilir. Seyrettiğimiz filmlerin farklı olduğu gibi. Aldığımız derslerin de. Tek kelime ile insanlığımız diyelim o zaman. Döndük, dolaştık, yine geldik aynı noktaya.
Geçenlerde bir dostum iki tane film önerdi. İnsanlığı onlarda gördüm, diye de ilave etti. Merakla seyrettim. Hem dostuma saygımın bir gereğiydi bu hem de arayışımı bulma ihtimalinin heyecanı.
Birisinde yaşanmış bir hikaye senaryo edilmiş. Filmin sonunda gerçek kahramanların sonraki hayatları hakkında bilgi verilmekte. Bir suç işleniyor. Mazereti var tabii ki. Kahramanımız savaş günlerinde, savaşın gereği yaptığı bir fiilin kendisini takip ettiğini düşünmekte, hissetmekte, görmekte. Ve bu şartlar altında birisini öldürüyor. Mahkeme karar veriyor: SUÇLU! Birileri adaletin yerini bulduğunu düşünerek mutlu oluyor. Bazılarının ise kendilerine dokunmadığı sürece umurunda değil. Durumdan vazife çıkaranlar denemeye başlıyor. Gerçekten tedavi edebilmek midir amaçları, bir tedavi yöntemi bulabilmek yoksa idam cezasını hafif görerek öncesinde, hak edileni yaşatmak mıdır gayretleri? Öldürülenin eşi kinle, nefretle, yüzüne tükürmek üzere ziyaret ettiği katilin masumiyetini görüyor ve aşık oluyor. Kahramanımız belki de affedilmeyi kaldıramadığı için, aşka hayır diyebilmek üzere kendisine zarar veriyor. Birkaç kişinin uğraşları sonucu, ceza sürgüne çevriliyor.
Diğer film ise bilim kurgu. Karadelik, yer çekimi kuvveti, zamanın göreceliği, zamanda geriye yolculuk… Uzayda yapayalnızlık. Nerede yaşarsak yaşayalım bir parçamızın eksik olması. Eskiye veya alışılmışlığa, dostlara özlem. Ölüm belki de bu nedenle soğuk gelir insana.
Dostumla görüşeceğiz. Uygun bir zamanda bir araya gelip filmleri daha doğrusu filmlerde neler bulduğumuzu paylaşacağız. Ancak aynı noktaya gelebileceğimize dair ümidim yok. Söylemlerimiz aynı olsa bile. Önyargılı mı davranıyorum yoksa bir gerçeği mi dile getiriyorum?
Aynı noktaya gelebilmek… Veya anlaşabilmek, anlayabilmek, anlaşılabilmek. Çok mu şey istiyorum? Böyle bir gayretimiz yok ise adaletten söz edebilir miyiz?
Evet, dünyayı değiştirmek istiyorum, itirafımdır. Zaten dünya değişiyor da. Sadece bazıları sıranın kendilerine gelmesini bekliyor. Devam edebilirsem değişimin bir parçası olabilirim. Gayretim, kendime karşı sorumluluğumdur.
Bu nedenle soruyorum. Adaleti istiyor muyuz? Hayır, diyene lafım yoktur. Ama evet, denilip çözümü başka yerlerde aramalar yüreğimi acıtmakta.
Belki adalet nedir, konuşmalı idik öncelikle. Suç ne olursa olsun, suçlunun mazeretlerinin hepsi yok edilmeden kesilen ceza ile adalet sağlanamaz. Tabii ki bu, suçluyu anlamadan mümkün olamaz. İnsanı, en başta da kendimizi anlamak…
Bir mahkemem var yakında. Zaman hükmünü verecek. Böylece adalet yerini bulacak, eminim. Sanık da benim tanık da… Kendim verdim dilekçemi. Mutlaka başka şikayetçiler de vardır. Çok çetin olacak, kesin. Sürebileceğim bir mazeretim yok, suçlayacağım herhangi birisi de. Her kim, ne iddia ediyorsa kabülümdür. Nedir bu rahatlık bende? Hatasızlık iddiası olamaz. Bu mümkün değil. Biliyorum çünkü, unuttuklarıma, fark edemediklerime rağmen.
Adalet yerini bulacak. Bu güzel bir şey. Karar ne olursa olsun yürek serinleten bir şey. Ve çok daha güzeli, zaman beni anlıyor…
