Almanya, üç yıl süren anti-demokratik söylem ve eylemleri nedeniyle AfD'yi aşırılıkçı olarak nitelendirdi. Yetkililer, AfD üyelerinin kamu hizmetinde kalıp kalamayacaklarını veya partinin yasaklanması gerekip gerekmediğini tartışıyor.
Almanya, geçen haftanın sonunda aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisini resmen aşırı sağcı bir grup olarak nitelendirdi.
Ülkenin iç istihbarat teşkilatı tarafından duyurulan bu eşi benzeri görülmemiş karar,
Almanya parlamentosunda federal temsiliyeti olan hiçbir parti daha önce böyle bir denetime tabi tutulmamıştı.
AfD’nin rekor seviyelere yakın anketlerle Bundestag’da 150’den fazla sandalyeye sahip olmasıyla birlikte, haber hukuki, siyasi ve uluslararası alanda bir tepki dalgası yarattı.
Ülke artık demokratik kurumların kendilerini korumak için ne kadar ileri gidebilecekleri konusunda ciddi bir sınavla karşı karşıya.
AfD neden artık aşırıcı olarak görülüyor?
Almanya Anayasayı Koruma Federal Ofisi (BfV), AfD’yi üç yıl boyunca soruşturdu ve bulguları 1.100 sayfalık gizli bir raporda yayımlandı.
Kurum, AfD’nin demokratik düzene tehdit oluşturduğu sonucuna vardı.
BfV, partinin Alman anayasasında yer alan insan onuru ilkesini ihlal eden “etnik bir halk anlayışı”nı desteklediğini ileri sürüyor.
Raporda, üst düzey yetkililerin Müslüman karşıtı, göçmen karşıtı ve azınlık karşıtı tekrarlanan açıklamalarına yer verildi.
BfV, daha önce Saksonya ve Türingiya’daki bölgesel şubelerini aşırıcı olarak sınıflandırmıştı.
Ancak ulusal partinin bir bütün olarak bu statüye kavuşması ilk kez oluyor.
Sınıflandırma, istihbarat teşkilatının partinin faaliyetlerini dinleme, gizli ajanlar ve dijital gözetim yoluyla izlemesine olanak sağlıyor.
AfD, 2013 yılında kurulduğundan bu yana, Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan marjinal bir partiden büyük bir siyasi güce dönüştü.
Almanya’da Şubat 2025’te yapılan federal seçimlerde oyların %20,8’ini aldı ve şu anda Bundestag’da 152 sandalyeye sahip.
Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) %28,6 ile ilk sırada yer aldı.
Ancak son anketlerin bir kısmı AfD’nin popülerlik farkını kapattığını bile gösteriyor.
Peki siyasetçiler ve devletler nasıl tepki veriyor?
Bu sınıflandırma, bundan sonra ne olacağına dair ülke çapında bir tartışmayı tetikledi.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) içindeki bazı önde gelen isimler, kamu sektöründe çalışan AfD üyelerinin artık kamu hizmeti için uygun olmayabileceğini ileri sürdü.
Hessen ve Bavyera’daki yetkililer, partiye bağlı kamu görevlilerinin görevlerinde kalıp kalamayacaklarını belirlemek için incelemelerin sürdüğünü doğruladı.
Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanı Herbert Reul, işten çıkarmaların derhal yapılmaması gerektiği konusunda uyardı.
Bireysel değerlendirmelerin gerekli olduğunu, parti üyeliğinin tek başına bir kişiyi kamu görevinden uzaklaştırmaya yetmeyebileceğini söyledi.
Ancak bazıları buna katılmıyor.
Eski Parlamento Devlet Sekreteri Marco Wanderwitz, teyit edilmiş aşırılıkçı bir partiye mensup olan hiç kimsenin kamu hizmetinde olmaması ve silah sahibi olmasına izin verilmemesi gerektiğini savundu.
Federal düzeyde AfD’nin tamamen yasaklanmasının gerekip gerekmediği konusunda tartışmalar artıyor.
SPD lideri Lars Klingbeil, bunun bir olasılık olduğunu kabul etti ancak böyle bir adımın yıllar alacağını ve siyasi angajmanın yerini almaması gerektiğini vurguladı.
Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) Federal Meclis üyesi Roderich Kiesewetter, yasağın koşullarının iyileştiğini söyledi.
Ancak hukuk uzmanları, yasağın önemli engellerle karşılaşacağı ve Anayasa Mahkemesi’nden onay alması gerekeceği konusunda uyarıyor.
Peki bu demokrasi açısından ne anlama geliyor?
Karar, demokrasilerin kendilerini nasıl savunacakları konusunda daha geniş bir tartışmayı da başlattı.
Davayı eleştirenlerden bazıları, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun da aralarında bulunduğu kişiler, bunu bir tür siyasi sansür olarak niteledi.
Rubio, X programında “Almanya, casusluk teşkilatına muhalefeti gözetlemek için yeni yetkiler verdi” dedi ve bunu “kılık değiştirmiş tiranlık” olarak nitelendirdi.
Elon Musk da AfD’ye destek vererek onu “saldırı altındaki merkezci bir parti” olarak niteledi.
Bu arada Alman yetkililer geri adım attı.
Dışişleri Bakanlığı, Rubio’ya doğrudan yanıt vererek, bu adımın yasal, bağımsız ve yıllardır süren soruşturmanın sonucu olduğunu söyledi.
Genel olarak sınıflandırma, AfD’nin seçimlere katılmasını veya ittifaklar kurmasını yasaklamıyor; ancak kolluk kuvvetlerine örgütün faaliyetlerini takip etmek ve iletişimlerini izlemek için yeni araçlar sağlıyor.
Bu karar, birçok liberal demokrasinin karşı karşıya olduğu daha derin bir zorluğa dikkat çekmiştir.
Açık toplumlar, temel anayasal değerleri reddeden siyasi hareketlerle nasıl başa çıkıyor?
Almanya’nın cevabı, özellikle eşit koruma ve insan onuru gibi temel haklar risk altında olduğunda yasal hoşgörü sınırları gördüğü yönünde.
AfD’nin arkasında kimler var?
Yurt içi destek parçalanırken, AfD yurt dışında müttefikler buluyor.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, partinin savunmasına geçerek, “Almanya’da neler oluyor?” diye sordu ve AfD lideri Alice Weidel’e destek sözü verdi.
Rusya’da eski Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, kararı siyasi amaçlı olarak eleştirdi.
AfD daha önce de yaptırımları sorgulamak ve Ukrayna’ya askeri yardım yapılmasına karşı çıkmak gibi Rusya yanlısı tutumlar sergilemişti.
Parti aynı zamanda ABD’deki muhafazakar hareketin bazı kesimlerinden de destek görüyor.
AfD liderleri Rubio’nun yanı sıra Başkan Trump ve çevresiyle de ilişkiler geliştirdiler.
Alice Weidel, Trump’ın yemin törenine katıldı ve Elon Musk, bu yılın başlarında bir AfD etkinliğinde konuşma yaptı.
Bu uluslararası destekler, AfD’nin küresel kurumlara, göç politikalarına ve savaş sonrası liberal düzene meydan okuyan sağcı bir hareketin parçası olarak konumlanmasına yardımcı oldu.
Peki burada gerçekten ne söz konusu?
Bu, sadece tartışmalı bir partiyle ilgili yerel bir haber değil.
Bu, savaş sonrası demokrasinin, büyük partilerden birinin kurallara göre oynamayı bırakması durumunda nasıl tepki vereceğine dair daha büyük bir test.
AfD sadece protesto seçmenlerini çekmekle kalmadı. Tabanını Almanya’nın anayasal sisteminin temellerine saldırarak oluşturdu.
Azınlıklara yönelik korumaları, Nazi dönemiyle ilgili tarihi mutabakat ve kanun önünde eşitliğe olan inanç.
Bu durum BfV’nin kararının bürokratik bir etiketten daha fazlası olduğunu gösteriyor.
Bu bir çizgi. Almanya diyor ki: Anayasaya karşı kampanya yürütüp yine de onun korunmasını bekleyemezsiniz.
Elbette bir risk var. Demokratik kurumlar aşırıya kaçarsa, AfD’nin sistemin hileli olduğu mesajını güçlendirebilirler.
Ancak hiçbir şey yapmamak daha büyük bir risk taşır: Demokrasiye açıkça düşman olan bir partinin demokrasi içerisinde kontrolsüzce büyümesi riski.